Tel-Abyad’da YPG’nin stratejik zaferi

ŞİD, 2014 yılının başında ele geçirdiği Tel-Ebyad’ı (Gire Spi) 15 Haziran günü YPG/YPJ ve Burkan El Fırat güçlerinin başlattığı stratejik oprerasyon neticesinde kaybetti. Böylece Rojava devriminden sonra kurulmuş kantonlardan ikisi (Cizire ve Kobane) birleşmiş ve Rakka’nın nefes borusu kesilmiş oldu.

Tel-Ebyad şavaşı, YPG tarafından 6 Mayıs’ta başlatılan “Komutan Rubar Hamlesi” operasyonunun finali niteliğinde, temel amaç ise IŞİD’in en büyük lojistik bağlantı yollarını -özellikle Türkiye üzerinden geçen yolları- kesen, İslam Devleti için başkent görünümündeki Rakka’yı yalnızlaştırmak. Bu zafer, 2014 sonbaharında Kobane savaşında savunma durumda olan YPG’nin artık bölgede saldırı pozisyonunda kalacağını gösteriyor. Son durumda IŞİD ile Türkiye’nin tek sınır bağlantısı, IŞİD’in hala Afrin ve Kobane kantonları arasında kalan Cerablus’u elinde bulundurmasından kaynaklı Karkamış Sınır Kapısı oldu.

Şehrin düşmesiyle YPG güçleri ile IŞİD militanları arasındaki çatışma sırasında kaçıp Türkiye’ye sığınan binlerce insan için geri dönüş kapısı açılmış oldu. Fakat cihatçı güçlerin döşediği mayın ve bombalı tuzaklar temizlenene kadar YGP tarafından sınır kapatılmış durumda. Bu yazının yazıldığı sırada YPG güçleri, 22 Haziran Pazartesi günüden itibaren sınırın açılarak sivillerin şehirlerine geri dönebileceklerine dair açıklama yaptı.

IŞİD’in yeni hedefi

Gire Spi’nin kaybedilmesiyle ikmal sıkıntısı yaşayacak örgütün kuzeyde lojistik hareket alanının daraldığını ve moral üstünlüğünü yitirdiğini düşünürsek, IŞİD’in kısa zamanda yeni bir saldırı başlatacağını söyleyebiliriz. Bu saldırının Azaz kasabasına yönelik olma ihtimali yüksek. Bunun iki sebebi var. Birincisi yukarıda bahsettiğimiz Karkamış Sınır Kapısı’nın örgütün ikmal ihtiyacı için yetersiz ve kapalı tutulması sebebiyle, yeni bir sınır kapısına ihtiyacı var. Bu durumda Azaz ile Kilis arası geçişi sağlayan Öncüpınar Sınır Kapısı, örgüt için yeni hedef gözüküyor. Bu sınır kapısı şu an için aralarında İslami örgütlerin de olduğu muhalifler tarafından tutuluyor. IŞİD, Azaz’ı ele geçirerek hem Halep’in doğu mahallelerine mevzilenmiş güçlerine ikmal koridoru açarak nefes almayı hem de kuzeyde kaybedilen mevzilerine alternatif yaratarak insan ve mühimmat trafiğini garanti altına almayı istiyor.

İkinci sebep ise YPG’nin Kobane ve Afrin kantonlarını birleştirme hedefine darbe vurmak. Azaz alındığı takdirde Afrin kantonu IŞİD tarafından kuşatılış olacak. Böylece Rakka üzerinde bir tehdit olan YPG’nin Afrin için yoğunlaşması sağlanacak.

“PYD, DAEŞ’ten daha tehlikeli”

Bu başlığı yandaşlığı tescillenmiş Sabah gazetesi 19 Haziran günü manşetten verdi. Rejimin Suriye politikasının güzel bir özeti niteliğinde. Evet, rejim için PYD IŞİD’den daha tehlikeli çünkü, ülke içinde Kürt sorununu çözmek için attığı adımlar bizzat Kürt hareketini muhatapsızlaştırmak, marjinalize ederek yalnızlaştırmak ve masaya en güçlü şekilde oturmak amacıyla atılmış adımlardı. 2014’ün başında Rojava’daki üç kantonun özerklik ilan etmesiyle Türkiye’nin korktuğu başına gelmiş oldu. Kürdistan ve Kürtler arasındaki bilinç düzeyinde meydana gelen sıçramanın temel itkisi Rojava devrimiydi. Otuz yıldır savaştığı güçlerin, ülkenin yanı başında özek devlet kurmasının yarattığı tramvanın üzerine HDP’nin otuz yıllık barajı aşması, Kürt sorununu çözmeye isteği ve yeteneği olmayan Türkiye devletinin, uluslararası düzeyde mahkum edilmeyi ve emperyalizmle ters düşmeyi göze alarak IŞİD’e açıktan destek vermek gibi bir deliliğe neden imza attığını açıklayabilir.

Şimdi de Tel-Ebyad, YPG güçlerinin eline geçince alelacele Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda toplanan güvenlik zirvesi sonrası yapılan açıklamada Ankara’nın PYD’nin kurumsallaşmasından ve meşrulaşmasından açıkça rahatsızlık duyduğunu görüyoruz. Rejim, aynı tavrını Kobane savunmasında da sergilemişti ki, sonrasında patlak veren Kobane serhildanı üzerine geri adım atmak zorunda kalmıştı.

İçeride ateşkes süreci devam etse de neredeyse her gün Mardin, Bitlis, Şırnak ve Diyarbakır’a Rojava’dan şehit cenazeleri gelmeye devam ediyor. Artık aradaki sınırların Kürdistan’nın kuzeyi ve batısı için anlamsızlaştığı ve HDP’nin de bölgede tabanını arttırıp siyasal anlamda daha da güçlenmesiyle Kürt önderliğinin rejim karşısında masada elinin hiç olmadığı kadar güçlendiği bir dönemdeyiz. Öyle ki, Türkiye artık gerilla savaş deneyimine sahip PKK yanında, şehir savaşı deneyimine sahip PYD ile uğraşmak durumunda kalacak.

Türkiye, bugünkü tabloyu elbette önceden ön görmüştü ve önlem almak için de Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulması için neredeyse Suriye devriminden bu yana çalışıyor, fakat her şey için artık çok geç. Bugün bu tampon bölge, bizzat PYD denetiminde zaten kurulmuş ve en önemlisi meşru durumda.

Sonuç olarak

Ankara birçok koldan sıkışmış ve hareket edemez halde. Emperyalizmin ehven-i şer olarak gördüğü ve bölgede IŞİD radikalizmine karşı seküler bir cephe görünümü sergileyen PYD’nin meşrulaşmasını Amerika ve emperyalizmin oyunu gibi palavralarla açıklamaya çalışan Türkiye, son olarak YPG’nin girdiği yerlerde Arap ve Türkmenleri sürdüğü yalanına kamuoyunun inanmasını bekliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin böyle bir etnik sürgün durumunun yaşanmadığını belirtmesi ve operasyonlara Burkan-El Fırat gibi Özgür Suriye Ordusu’na bağlı bazı güçlerce destek verilmesi bu yalanı ayan beyan ortaya çıkartıyor.

Türkiye’nin asıl derdinin Suriye halkı olmadığı, bugüne kadar Türkiye’ye sığınmış mültecilerin durumundan ve Tel-Ebyad’daki savaştan kaçan ve mülteci olarak Türkiye’ye gelmek isteyen kitlelere biber gazı ve tazzikli suyla müdahale etmesinden belliydi. Bunu yapan askerin önünden IŞİD militanlarının ellerini kollarını sallayarak geçmesi, YPG’nin şehri teslim almasından sonra bu militanların “sivil olarak” Türkiye’ye girebilmesi, rejimin kimlerle nasıl ilişkide olduğunun güzel bir fotoğrafıydı.

Bugün Suriye’de hiçbir güç mutlak denetime sahip değil, buna emperyalizm de dahil. Suriye devrimini etnik ve mezhepsel temeldeki bir iç savaşa döndürme gayreti içine giren emperyalizmin ekmeğine en çok yağı IŞİD ve Esad rejimi sürmüştür. Öyle ki devrimci Marksistler olarak yapacağımız en büyük hata, bu ikisini ehven-i şer kılıfıyla birbirinden ayırmak olacaktır. Oysa ki Esad rejimi ve IŞİD, Suriye karşıdevriminin, yani tek bir gericiliğin iki farklı kanadını oluşturmaktadır. Bu durum genel olarak solun Suriye politikasında bizleri diğerlerinden ayrıştıran temel farktır.

Bizler, Rojava ve Suriye devrimi boyunca ezilen kitlelerin ve emekçilerin Esad rejimi dahil tüm gerici güçlere karşı silahlandırılmasından yana olduk. Bugün de aynı talebimizi iletiyoruz.

Tel-Ebyad zaferinin de gösterdiği gibi Suriye’deki karşı devrimcigüçler geriletilebilir durumda. Bunun sürekli hale gelmesi için Suriye’deki ezilen kitlelerin etnik ve mezhep ayrımı yapılmadan ortak temelde mücadele etmesini sağlayacak bir politik hat geliştirilmelidir.

Bu kazanım önemli olsa da, elbette savaş tüm hızıyla devam ediyor. IŞİD’in Suriye’deki ilerleyişini izlerken Irak’ta da ne yaptığına bakmak ve bir sonraki halmesini yakından incelemek gerekiyor.

Yaşasın Suriye ve Rojava devrimi!

Yaşasın özgür ve demokratik Suriye!

Yorumlar kapalıdır.