Kürtleri yok mu etmeli?

Bir süredir AKP medyasının ve liberal çevrelerin diline doladığı haliyle Kürt açılımı, gömlek değiştirerek “taş atan çocukların affedilip affedilmeyeceği” kisvesine hapsedilmiş durumda.

Oysa o çocuklar Filistin intifadasının çocuk generallerinden başkaları değil. Filistin söz konusu olduğunda idrakleri açılanların, Kürt coğrafyası söz konusu olduğunda zihinlerinin tutulması psikolojik-sosyolojik bir vakadır.

Oysa savaşın yeniden alevlenmesinden hemen önce, devletin KCK operasyonları kapsamında tutukladığı Kürt politikacılardan, belediye başkanlarından bahsedilmiyor.

Aksine Hatay’da gerçekleşen eylemden sonra, oluşan linç kültürünü arkasına almış İçişleri Bakanı bağırarak “Amanosları temizleyin” diyordu. Ya da, Bursa İnegöl’deki faşist saldırıyı bizzat devletin valisi, “Aslında sokağa dökülenler vatansever insanlar” diyerek meşrulaştırıyordu.

PKK eylemi sonucu öldürülen askerlerin cenazesinde, Tayyip Erdoğan resmi devlet ağzından bir milim geri çekilmiyor, bir başka devlet bakanı ise PKK eylemcilerinin sünnetli olup olmadığı ile ilgileniyordu.

“Kürt açılımı”na girişenlerin hangi bilinçaltıyla malul olduğu konusunda bir kafa karışıklığının oluşmasını ancak “hafıza-i beşer” ile açıklamak mümkün.

Bu iktidarın Kürt sorununda da takkesinin düşerek kelinin göründüğünü söylemek gerekiyor.

Yine de özellikle Kürt coğrafyasında yaşanan gelişmeleri, referandum ve öncesi açısından yeniden değerlendirmek gerekecektir.

Önce, yeniden başlayan çatışmaların durdurulması için taraflara çağrı yapan Diyarbakır’dan, içinde sanayi odasının ve diğer pek çok iş çevresinin de olduğu kuruluşların, hemen hemen aynı bileşenlerle, bunun hemen ardından da referandumda Evet oyu vereceğini açıklamasının nedenlerini değerlendirmek gerekiyor.

Barışın muhatabı taraflar?

Uzun süredir devam eden ateşkes, Habur’dan gelen barış elçilerinin kitlesel karşılanmasının egemenlerde yarattığı korkunun ardından, devletin yönelimindeki yeni kırılımlara uygun olarak PKK liderliğince aktif savunma mevzilerinde karşılanıyordu. Hemen ardından, muhatap kim olacak sorusunun etrafında dönen tartışmalara da yansıyacak şekilde, sorunun çözümüne dair kimi liberallerin söylemesinden kopya çekersek “tutarlı ve cesaretli” bir programın değil, aslında hükümetin bilinç arkasında yeni bir tür imha hareketinin var olduğunu düşünmeyi gerektiriyordu.

Tam bu dönemde öncelikle sanayi odaları öncülüğünde yapılan barış çağrılarına önce, “Bize değil, devlete bildirin” diyerek tavır bildiren PKK, ardından referandum sürecinde şans tanınması için yeniden ateşkes ilan ederek bir anlamda bu çağrıya da yanıt vermiş oluyordu.

Ateşkese yanıt: Operasyonlar!

Fakat Kürt önderliğinin muhatap alınma umutları, ateşkes sürecinde yapılan operasyonlar ile cevaplandı.

PKK ateşkes ilan etmişken, kimi köy ve kamplara yapılan saldırılar sonucunda onlarca genç yaşamını yitirdi.

Bu operasyonlar sınır ötesinden de destek buldu. Türk savaş uçakları Zagroslar üzerinde keşif uçuşları yaparken, İran da Şehridan’ı top atışlarına maruz bıraktı. Bu süreçte de, 16 yaşındaki Samut Mirzayi adlı gencin öldürüldüğü belirtildi.

Ve referandum sonrası: Açılım mı?

Sandıktan Evet’in çıkmasının hemen ardından, bazı “devrimcilere” dahi teşekkür eden Erdoğan, anayasa paketinde açılımın adını anmadığı gibi, yeni anayasa hazırlıklarına 2011’de (yani seçim sonrasında) derhal girişeceğini belirtirken, Kürt sorununu yine ağzına bile almadı.

Operasyonlar ve Erdoğan’ın referandum sonuçlarından aldığı güvenoyu, önümüzdeki süreçte de imha ve tasfiye sürecinin devam edeceğini gösterir nitelikte.

Kritik gün: 20 Eylül

Kürt önderliğinin referandum ve “açılım” sürecine dair beslediği umutlar, operasyonlar ve tasfiye çabası ile yine bir çıkmaz sokağa girmekte. Bununla beraber, ilan edilen eylemsizlik kararının süresi 20 Eylül tarihinde son bulacak.

Şimdilik hükümet ve resmi kurumlardan ateşkesin sonlanmasına ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamış durumda. BDP’nin talepleri de aynı şekilde değerlendirmeye alınmıyor bile.

Bu durumda 20 Eylül’de, hükümetin zorlayıcı tavrından ötürü, ateşkesin sonlanması ve silahların tekrar konuşması dışında görünür bir olasılık kalmamış durumdadır.

Gerçek muhataplar: Yoksul Kürt halkı ve işçi sınıfı

Hükümet muhatap kabul etmiyor ve çözümün parçası olmayacağını ilan ediyor. Açılım ise, bir devlet projesi olarak yalnızca tasfiye anlamına gelmeyi sürdürüyor.

2011’de hazırlanacağı söylenen yeni anayasa ise, Kürt sorununun çözümünü içermeyeceğini şimdiden belli ediyor.

Bu tablo içerisinde Kürt sorununun çözümünde gerçek muhatapların kimler olduğu yeniden ortaya çıktı. Kürt yoksulları ve Türkiye işçi sınıfının, ulusların kaderini tayin hakkını içeren bir anayasayı hazırlaması için Kurucu Meclis’te bir araya gelmesi, elimizde olan tek gerçekçi çözümdür.

Yorumlar kapalıdır.