Hak yerini ne zaman bulur?
Bir genç kızın vahşi şekilde katli… Üzerine o kadar çok söylendi ki! Biri öldürdü, paketleyip çöpe attı; başka biri zanlıyı kolladı, ona vize verdi. Bir başkası olayı senaryolaştırdı ve her gün bir son durum haberiyle cinayete polisiye roman süsü verdi. Öteki ise oluş sırasına göre, cinayeti vahşet mi değil mi diye sorguladı. Bir başkası artık bir söz hakkı olmayan maktulü suçladı, onu pornografik bir öğe gibi sunarak, genç kızlara adabı muaşeret dersleri çıkardı.
Bunlardan biri katil zanlısının pek saygın ailesi idi. Davanın açılmasından, raporlanmasına kadar tüm süreçte ‘saygınlığını’ konuşturdu. Diğeri polis ve istihbarattı, süreci aldığı talimatlarla karartmayı borç bildi. Öteki Adli Tıp Kurumu’ydu ki, artık alıştığımız üzere, Hrant’ın, Pippa’nın katlinde olduğu gibi raporlarını hep son güne bıraktı. Biri de burjuva medya vardı ki, davanın aydınlanması yolunda azimle koşturup durdu (!) ve artık cinayet senaryolarından garip bir zevk almaya başladı. Bu durumda hangisi katilden daha az suçluydu?
“Davacı zengin, davalı yoksulsa, zenginden yana işler yasa” diye başlar Can Yücel’in bir şiiri… “Davacı yoksul, davalı zenginse; davalıda kalır yine nizalı arsa. Davacı da davalı da zenginse davada özür diler çekilir aradan kadı. Davacı da davalı da yoksulsa, bak, sade o zaman işte yerin bulur hak” der. Peki ya bu davada ne olacak?
Birinci ihtimali, zanlı yakalandığında, daha doğrusu sonunda zanlının tutuklanmasına hem fikir olduklarında neler olabileceğini düşünelim.
Zanlı, maktulun kendisiyle ilişkisini istediği şekilde anlatarak tahrik indirimi, hafifletici etkenlerle kısa bir süreyle hapse gider. Dışarıda onu saklayan, içeride de rahat ettirir. Hak yerini bulur?!
Ya da başka biri suçu ‘kendiliğinden’ üstlenir, peki o zaman hak yerini bulur mu?
Başka bir deyişle, dava sonucu bu dava sürecinde yaşananları aklayabilir mi? Aklayamaz, zira işlemeyen adli kurumları, davanın üzerine gitmeyen meclisiyle tüm devlet kademeleri bu cinayetten ötürü suçludur.
Öte yandan, Cerrah’ın ve burjuva basının mağduru suçlayan ifadeleri, aileleri ve erkekleri kadınlarına sahip çıkması gereken bir efendi gibi sunarak, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin ahlaki düzlemde yeniden üretilmesini pekiştirici bir rol oynamıştır. Üç aylık sosyalist düşünce dergimiz Mesafe‘nin ilk sayısında yer alan “Namus’lu’ sistemler, namus’suz’ kadınlar” yazısında belirtildiği gibi katilleri savunan, katli olağanlaştıran bu ataerkil kapitalist örgütlenme ve zihniyet, katilleri ve maktulleri yine aynı olağanlık içinde görünmez kılmıştır ve kılmaya devam etmektedir.
Bizse yalnızca katil zanlısının değil, bu süreçte doğrudan ya da dolaylı olarak katliamı olağanlaştıran tüm kurumların yargılanmasını talep ediyoruz.
Yazan: Canan Yılmaz (25 Haziran 2009)
Yorumlar kapalıdır.