YÖK’ten yaşgünü sürprizi!

1999 yılında 15 Avrupa ülkesi bir araya gelerek Bologna’da Avrupa Yükseköğretim Alanı’nı kurdular. ‘Bologna süreci’ olarak adlandırılan bu girişime Türkiye 2001 yılında dâhil oldu. Bu süreç ‘kalite artırımı’, ‘kaynak yetersizliği’, ‘devlet-sivil toplum işbirliği’ gibi bahanelerle üniversite eğitiminin cicili bicili bir pakette piyasanın egemenliğine sunulmasının programını Avrupa çapında örgütlüyor.

Cicili bicili paketi Erasmus gibi öğrenci değişim programları oluşturuyor. İşler bir Avrupa Yükseköğretim Alanı’nın oluşmasını sağlamak için öğrenciler ve akademisyenler Avrupa’da kendi okullarının anlaşmalı olduğu okullara gidip bir ya da iki dönem boyunca eğitim alabiliyorlar. ‘İstediğimiz ülkede, istediğimiz eğitimi alabiliriz.’ Şu an için sadece güzel bir düş. Yurtdışında aldığınız derslerin önemli bir kısmının Türkiye’de geçerli sayılmaması, Ulusal Ajans’ın ödemek durumunda olduğu bursları ödememesi gibi görünür birçok sıkıntının yanı sıra görünmeyen başka şeyler de var. Avrupa Yükseköğretim Alanı’nın oluşturulması çağrısında bulunan Sorbonne Bildirisi’nde ülkeler ve üniversiteler arası hareketliliğin Avrupa emek piyasasını uyumlaştırmaya yönelik olduğunun altı çiziliyor. Yani bu da şu demek oluyor: Ey öğrenciler, bakınız burası Avrupa. Burada istediğiniz okulda eğitim alabilirsiniz. Nasıl olsa biz her okulda sizi sömürü koşullarını yeniden ve daha sistemli, üstelik Avrupa çapında üretmek için bekliyor olacağız.

Daha önce bu sayfada bahsettiğimiz Anti-50/d’ciler de bu sürecin mağdurlarından. Bologna Süreci eğitimin ve araştırmanın niteliğini arttırmak için(!) öğretim elemanlarının kadrolu çalışan olmamasını, proje bazında görevlendirilmesini öngörüyor. Harçlara yapılan zamlar, 1980 darbesinin armağanı YÖK’ün Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın göreve gelir gelmez dile getirdiği yükseköğretimin paralı olması ve ihtiyacı olanlara geri ödeme koşuluyla devlet tarafından kredi verilmesi gibi adımlar da bugün Avrupa’da uygulanan paralı eğitim yolunda diğer önemli halkalar.

YÖK 27. yaşında artık daha dürüst: Gelin patronlar bir olalım!

Sürecin bir başka ayağı da ‘danışma kurulları’ adı altında ve demokratik bir illüzyon eşliğinde burjuvazinin üniversite yönetiminde doğrudan söz alabilmesinin yolunu açıyor. Bu danışma kurulları kimlerden oluşur? YÖK Başkan Vekili Ömer Demir imzasıyla yayınlanan ‘Yükseköğretim Kurumlarında Danışma Kurulları Kurulması Hakkında Yönetmelik Taslağı’ adlı belgeye göre üniversitenin bulunduğu ildeki Sanayi ve Ticaret Odası başkanları ve temsilcileri, TMMOB’a bağlı meslek odalarının başkanları, üniversite mezunlar derneği başkanı, İl Milli Eğitim Müdürü ve valinin belirleyeceği diğer iki kamu çalışanı, yükseköğretim kurumunun bulunduğu ildeki paydaş olan diğer sivil toplum örgütlerinden ikisinin başkanları, ilin belediye ya da büyükşehir belediye başkanından oluşuyor. Paydaş sivil toplum örgütlerinden ne kastediliyor acaba? Üniversitelerde sık sık etkinliklerin sponsorları olarak gördüğümüz Sabancı Vakfı, Vehbi Koç Vakfı, Özyeğin Vakfı, Coca Cola Hayata Artı Vakfı, Akbank Düşünce Kulübü gibi yapılardan herhangi biri olabilir mi? Bu arada TMMOB, “Üniversitelerin asli bileşenlerinin temsilcileri olan örgüt ve sendikalar ile diğer meslek örgütlerinin temsilcilerine yer verilmemektedir” diyerek TMMOB’un sermayenin isteklerine göre üniversiteleri piyasanın uzantısı haline getirecek yeniden yapılandırma sürecinin parçası olmayacağını ve yönetmeliğin bu şekli ile yürürlüğe girmesi halinde danışma kurullarının içerisinde yer almayacağını bildirdi.

Harç zamlarından asistan kıyımına, danışma kurullarına kadar en ince ayrıntıları düşünülmüş Bologna Süreci eğitim hakkımızı elimizden alıyor. Akademisyenler ise iş güvencesiz çalışmaya zorlanıyor. Bu örgütlü sürece ancak kendi örgütlülüğümüzle cevap verebiliriz.

Yazan: Doğan Koca (27 Ekim 2009)

Yorumlar kapalıdır.