Türkiye, Meksika ve ABD ekseninde Latin açılımı

Hükümetin dış ilişkilerdeki açılımları sürüyor. Bunlardan biri de gelecekte daha sık adını duyacağımız Latin açılımı. Dile getirilen bu açılım, 2006 yılının Dışişleri Bakanlığı’nca “Amerika kıtasına açılım” olarak ilan edilmesi ve bunun üzerine o dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Brezilya’ya gidişiyle başlamıştı.

Bu süreçte, Peru ve Kolombiya’ya 2009 yılında büyükelçi atanması dışında, ileri düzeyde diplomatik bir gelişme yaşanmadı. Ta ki geçtiğimiz aralık ayı başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Meksika’ya yaptığı ziyarete kadar. Bu gezi, 10 yıldır bu ülkeye gerçekleşen ilk üst düzey ziyaret olmasıyla anlamlıydı. Erdoğan, Meksika Devlet Başkanı Felipe Calderón’la yaptığı görüşmeyi, bu iki benzer ülkenin ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinin geliştirmesinde bir milat olarak niteledi.

Erdoğan ayrıca Meksika’da katıldığı bir konferansta “Yeni Bin Yılda Türkiye’nin Küresel Barış Arayışı” başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında pek çok konuya değinen Erdoğan, “Bölgemizde aktif bir şekilde sürdürdüğümüz yapıcı ve barışçı politika sadece bölgesel amaçlara değil aynı zamanda küresel barışa da hizmet ediyor (vurgu bizim)” dedi.

Peki, küresel hizmet anlayışında neden Meksika ilk durak seçildi?

Halihazırda ortak bir model: Meksika

Türkiye ABD ilişkisini “model ortaklık” olarak tanımlayan Obama ve Erdoğan, yaptıkları açıklamalarda ekonomik, siyasi ve askeri ortaklığı pekiştireceklerini söylemişlerdi. Bu ortaklıkla iki taraftan toplam 4 bakan yılda iki kez toplanacak, kurulacak Türk-Amerikan Konseyi ile 15 milyar dolarlık ticaret hacmi arttırılacak, 10 yıldır bahsi geçen nitelikli sanayi bölgesi planı yeniden ele alınacak. Meksika ve ABD ilişkilerinde de benzer bir ortaklık halihazırda kurulmuş görülüyor.

Meksika’ya ekonomik açıdan baktığımızda, G-20 ve NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması) üyesi, dünyadaki en büyük ekonomiler arasında 13. sırada ve otomotiv üretiminde dünyanın 10. en büyük ülkesi. Öte yandan, otomotiv ve petrol sektöründe ABD ile hassas bir ilişki içinde: ABD’nin ikinci en büyük petrol sağlayıcısı olmasının yanında ürettiği otomobillerin yüzde 70’ini bu ülkeye ihraç ediyor.

Peki, bu dostane ilişkiler neye mal oluyor? Elbette Meksika’nın “ucuz işgücü” politikası yüzünden emekçilerin ve NAFTA anlaşmasıyla yıllardır beli bükülen Meksikalı çiftçilerin ellerindeki ekmeğe… Amerikan yanlısı Devlet Başkanı Felipe Calderón’un dediği gibi: “Meksika’nın Amerikan yatırımlarına ihtiyacı var, ABD de Meksika’nın iş gücüne ihtiyaç duyuyor.”

İşin siyasi boyutuna baktığımızda da, karşılıklı ekonomik ilişkileri destekler nitelikte: Örneğin Meksika’daki son seçimler çok tartışmalı ve şaibeli geçti. Amerika’nın ve patronların desteklediği aday PAN’dan (Milli Hareket Partisi) Felipe Calderón’du. Bir yandan patronların medya desteğiyle, bir yandan Seçim Kurulu’ndaki PAN yandaşlarının sandık sayımında ve oy kullanımındaki akıl almaz yöntemleriyle, Calderón Devlet Başkanı ilan edildi.

Türk hükümeti, benzetme yapacak olursak ‘baba’ ABD’nin sıkı işbirliği içinde bulunduğu ‘oğul’ Meksika’yla ‘kardeş’ olma yolunda. Bu yolda geliştirilecek ilişkilerin, Amerika’nın desteğiyle “bölgesel amaçlara” ve en temelde burjuvaziye “hizmet eden” hükümeti, dünyaya açıp “küresel” oyuncu haline getirmesi niyet ediliyor.

Yazan: Salih Şimşek, 26 Aralık 2009

Yorumlar kapalıdır.