İsrail’in geçen yılki Gazze operasyonundan bu yana yaygın medya, Filistin sorununda derin bir sessizliğe gömülüydü (Başbakan Erdoğan’ın demagojik söylemleriyle ilgili haberleri bir kenara bırakırsak, kuşkusuz). Mart ayı ise, bu sessizliği bozan gelişmelere sahne oldu. İsrail ajanlarının Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir Hamas yöneticisine düzenlediği suikast, Heron’ların Türkiye’ye gelişi, yine İsrail ajanlarının Macaristan’da bir Filistin savunucusunu katletmesi ve buna Türkiye’nin hava sahasını açarak dolaylı destek sunması ve nihayet Filistin’deki çatışmalar…
Filistin’deki çatışmaları tetikleyen, Netanyahu hükümetinin geçtiğimiz ay içerisinde aldığı iki karar oldu. İsrail’in, 1967’de işgal ettiği Doğu Kudüs’ü Yahudileştirme politikasının bir devamı olarak aldığı kararlardan ilki, Harem-ül Şerif civarındaki bir sinagogu restore edip tekrar ibadete açma kararıydı. İkincisiyse, Doğu Kudüs’te 1600 yeni konut inşa edeceğini açıklaması oldu. Öte yandan, bir grup aşırı-dinci, ırkçı Yahudi’nin, İsrail polisinin koruması altında El-Aksa Camii’ne girmesi, Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait 20 konutun, turistik tesis inşa etmek amacıyla yıkılacağının açıklanması, İsrail devletinin bu ay içerisinde gerçekleştirdiği diğer provokasyonlardı.
İsrail’in aldığı bu kararlar, Filistinli kitlelerin sokaklara dökülmesini beraberinde getirdi. Çıkan çatışmalarda dört Filistinli genç İsrail ordusu tarafından katledildi, onlarca kişi yaralandı ve/veya tutuklandı. Filistin’deki birçok gazeteci, gözlemci ise Filistinlilerin ruh halinin Üçüncü bir İntifada için fazlasıyla olgunlaştığını ve pek de uzak olmayan gelecekte, bunun kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.
Bunun böyle olmasında, “iki devletli çözüm” hayalinin kitleler nezdinde gerçekliğini büyük ölçüde yitirmesi ve Batı Şeria’yı kontrol eden El-Fetih yönetimindeki Filistin Ulusal Yönetimi’nin (FUY) varmış olduğu noktanın etkisi büyük. FUY bugün, emperyalist devletlerin Filistin’e gönderdiği fonları kontrol etmekle palazlanan, yozlaşmış Filistin burjuvazisinin kontrolünde. Ve emperyalizm tarafından varlık nedeni de, Filistinli kitlelerin seferberliklerini “içeriden” durdurmak, engellemek şeklinde tasarlanmış bir yapı. FUY’un en gelişmiş (belki de tek gelişmiş) idari aygıtının polis kurumu olması da, bu nedenle bir tesadüf değil. Dolayısıyla, çıkan son olaylarda, İsrail ordusunun FUY’a gönderdiği, “Seferberlikleri durdur, yoksa ben durdururum” ültimatomu da ne yeni ne de şaşırtıcı bir durum. Daha önce İsrail’in “teröristlerin sızmasını önlemek amaçlı” inşa ettiği duvara karşı eylemleri durduran, geçen yılki Gazze operasyonuna karşı seferberlikleri engelleyen de FUY polisiydi. Bu durumda, Üçüncü İntifada’nın ayırt edici özelliğinin yalnızca İsrail devletine karşı değil Filistinli bir güce, FUY’a karşı da mücadele edecek olması olduğu söylenebilir.
Yazan: Atakan Çiftçi, 30 Mart 2010
Yorumlar kapalıdır.