Anadil bir “hak” değildir!

Kürt Dili Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Hareketi’nin (Tevgera Ziman û Perwerdehiya Kurdî – TZPKurdi) çağrısıyla 19-24 Eylül tarihleri arasında ilk ve orta öğretimde, bir hafta sonrasında ise üniversitelerde okullar boykot edildi. Boykotun sebebi Kürt öğrencilerin anadillerinde eğitim görememeleri, talepleri ise anadilde eğitim hakkının tanınması ve Kürtçenin anayasaya resmi dil olarak eklenmesiydi.

Peki, anadilde eğitim neden bu kadar önemli? Geçtiğimiz ay okullar açıldı ve binlerce çocuk eğitime başladı. Anadillerini kullanamayan binlerce Kürt çocuk ise her yıl ablalarının, ağabeylerinin yaşadığı kâbusa ortak oluyor. Yani bilmedikleri bir dilde eğitim görüyorlar. Dil en önemli anlaşma-iletişim aracıdır; kültürün yaşatılması, gelecek kuşaklara aktarılması için gereklidir. Bir ulusu birbirine bağlayan bir tutkal görevi görür. Bu tutkal olmadığında, o ulusun var olma koşulları da ortadan kalkar. Bir halkın anadilini kullanamaması/öğrenememesi, o halkın geleceğinin yok edilmesi ile eş değerdir. Bu durumda anadil bir halk için bu kadar değerliyken yapılan okul boykotu ayrı bir önem taşıyor diyebiliriz.

Başbakan da boykotla ilgili düşüncelerini açıkladı ve “Kimse anadilde eğitim beklemesin. Türkiye’nin resmi dili Türkçedir” dedi. “Neden?” sorusu sorulduğunda ise nedeninin anayasaya dayandığını söylüyor. Eğer hükümetin Kürtçe eğitim verilmemesi konusundaki gerekçesi resmi dilin Türkçe olması ise İngilizce, Fransızca, Almanca vs. eğitim veren devlet okulları (özel statülü okullar) nasıl var olabiliyor? Ya da bu diller ve daha pek çok başka dilde eğitim verilirken Kürtçe eğitim verilmesi neden anayasaya aykırı düşüyor? Bu durumda mevcut uygulamalar nasıl açıklanır? Üstelik AB’ye girmeyi devlet politikası olarak niteleyen hükümet, AB’deki eğitim politikalarını dahi uygulamaktan imtina ederken “işime geleni yaparım, işime gelmeyeni yapmam” gibi meşru olmayan bir yol izlemiş olmuyor mu? Dahası Almanya’daki Türk çocukları için anadilde eğitim isteyen Başbakan, kendi ülkesindeki bir halkın anadilde eğitim talebini yok sayarak çifte standartlı davranmış olmuyor mu?

Önümüze çözüm olarak sundukları seçenekler ise en başından beri niyetlerini açık etmeye yetiyor. Kürt’e Kürt demekten kaçınan hükümet bu soruna çözüm getirebileceğini ileri sürüyor. Önce “Kürt açılımı”, sonra “demokratik açılım”, en sonunda da “milli birlik projesi” gibi şovenist bir söylemle açılım tartışmaları trajikomik bir hal alıyor, hatta iş karikatüre dönüşüyor diyebiliriz. Yalnız çizdikleri karikatür hiçbir şekilde nesnel gerçekliklerle örtüşmüyor, Kürt halkının talep ve ihtiyaçlarına cevap vermek yerine onu sınırlıyor, rejim içi bir çözümün içine hapsediyor. Peki, bu ikircikli tutum karşısında bunların samimiyetine inanmamız nasıl beklenir? Bütün bunları AKP’nin bu soruna gerçekten çözüm getirmek yerine, patronlar sınıfına daha geniş alanlar yaratmak amacıyla yaptığı manevralar okumamız gerekiyor.

Her fırsatta Kürtlerle Türklerin tarihsel birlikteliğini vurgulayan hükümet adamları oluşturdukları demokrasi yanılsamasıyla göz boyamakta, Kürtlerle Türklerin kardeş olduklarından dem vurmaktalar. O zaman soruyoruz: “dilsiz kardeşlik” olur mu? Dilsizleştirilen Kürt halkı anadillerini istiyor. Hâlbuki anadil bir hak değildir! Anadil yeme-içme, nefes alma gibi gayet doğal, insani bir dürtüdür. Canın yanarken, mutluyken, ağlarken kendiliğinden kullandığın dildir. Oyun oynarken arkadaşına pas at diye bağırdığın dildir. Nasıl ki nefes almayı engelleyemezsiniz, bir insanın anadilini kullanmayı da öyle engelleyemezseniz.

Bütün bunların ışığında görüyoruz ki ne dünkü hükümetler, ne bu hükümet, ne de bu sistem içinde benzer zihniyetle var olacak olan diğer hükümetler bu soruna bir çözüm getirmeyeceklerdir. Çözümden anladıkları Kürt halkının haklarının tanınması değil, haklı mücadelelerin ortadan kaldırılmasıdır. İşte bu yüzden başta Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı olmak üzere bütün siyasal/kültürel haklarının verilmesi için kurucu meclis talebimizi yineliyoruz.

Yorumlar kapalıdır.