Madem her şey yolunda: Krizin yarattığı kayıplar derhal giderilsin!
Referandumda yüzde 58’le EVET’in çıkmasının ardından, burjuva medyada bir “toplumsal barış”, “uzlaşma” havası estiriliyor. Esen havaya göre, referandumun ardından toplumsal kutuplaşma dindi, demokratikleşme, sivilleşme süreci iyi kötü ilerliyor. Ekonomide işler tıkırında. Son çeyrekte ekonomi yüzde 10,3 büyüdü, işsizlik yüzde 10,5’e geriledi, krizden çıkıyoruz! Patlayan mayınlara rağmen hükümet BDP ile görüştü. Yeni bir açılım süreci kapıda ve Kürt sorununun çözümü yakın… Yani her şey yolunda, her yer güllük gülistanlık!
Burjuva medya ve siyasetçilerin, EVET’in kazanmasının ardından, mutlu aile tablosu çizmelerini normal karşılamak gerekir. EVET’in kazanmasıyla, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda devletin ve toplumsal ilişkilerin yeniden yapılandırılmasında bir aşama daha kat edildi. Öte yandan, AKP hükümetinin “güvenoyu” almasıyla, rejimin politik istikrarı bir süre daha güvence altına alınmış oldu. Bunun anlamı ise, burjuvazinin mevcut kârlılık oranlarını koruması ve yeni ekonomik ve sosyal saldırıların önünün açılmasıdır.
Ekonomideki gelişmelerin ise, pek o kadar tozpembe olmadığını belirtelim. Ekonomi son altı ayda yüzde 11 büyüdü diye övünülürken es geçilen nokta, geçen sene aynı dönemde ekonominin yüzde 12,2 küçüldüğüdür. Yani, büyüme rakamının yüksek çıkmasının nedeni bir önceki dönem gerçekleşen aşırı düşüştür.
Öte yandan, ekonomik krizin patlak vermesiyle, şirketlerin iflasını önlemek için, devletlerin şirketlere trilyonlarca dolar para aktardığını unutmamak gerekir. Bunun bir sonucu olarak, dünya çapında ekonomik verilerde, göreli bir toparlanma vardır. Bunun da Türkiye’deki rakamlara yansıması olumlu olmuştur. Fakat unutulmaması gereken, bu kısmi toparlanmanın geçici karakteridir. Çünkü bu toparlanma, şirketlerin iflasını önlemek için, devletlerin kaynaklarının şirketlere transfer edilmesi yoluyla sağlanmıştır. Ne var ki, bu durumda da devletlerin iflası gündeme gelmektedir. Krizde yeni bir dalganın kaçınılmaz olduğunu yalnızca Marksistler değil, aklı başında burjuva ekonomistler de belirtmektedir.
Bir diğer nokta ise, son altı aylık büyüme rakamlarıyla kriz öncesi seviyeye ulaşılırken, bu süreçte gelir dağılımının daha da bozulmasıdır. TÜİK’in verilerine göre, kriz öncesi döneme kıyasla, lüks ürünlerin tüketiminde artış yaşanırken, ülke nüfusu iki yılda 1,8 milyon artmış olmasına rağmen, gıda harcamaları, kriz öncesi dönemle aynı seviyede kalmıştır. Kısacası yoksul daha yoksul hale gelirken, zengin daha da zenginleşmiştir.
Sonuç olarak bizler, emekçi halklar için olduğu gibi, kapitalizmin bekası açısından da işlerin pek o kadar yolunda gitmediğini düşünüyoruz. Fakat burjuvazi her şeyin yolunda olduğunda bu kadar ısrar ediyorsa, talebimiz krizin işçi ve emekçi kitleler üzerinde yarattığı kayıpların derhal giderilmesidir! Kriz bahanesiyle işten atılanların derhal işe alınması, ücret kayıplarının giderilmesi ve sendikalaşma ve örgütlenme önündeki tüm baskıların ve engellerin kaldırılmasıdır.
Kürt sorununda çözüme doğru mu?
Hükümetle BDP arasında ertelenen görüşmenin gerçekleşmesi, Devlet’in Öcalan’la müzakereleri sürdürmesi ve PKK’nin ateşkesi uzatması, burjuva medyada Kürt sorununun çözüme yakın olduğu, yeni bir “Açılım” sürecinin başladığı şeklinde yorumlandı.
Fakat, hükümetin Kürt hareketiyle kurduğu diyalogdan öte, PKK’yi tasfiyeye yönelik ABD ve Güney Kürdistan’da yaptığı görüşmeler ve bu arada tutuklanan onlarca BDP’li dışında, somut bir gelişme yaşanmış değil. Hükümet, BDP’nin acil çözüm önerileri olarak gördüğü anadilde eğitim, barajın düşürülmesi, siyasi tutsakların serbest bırakılması gibi konularda, adım atmaya yanaşmayacağını Başbakan veya Bakan’ların ağzından açıkça ifade etti.
Dolayısıyla, Kürt sorununun çözümüyle hükümetin/devletin muradının demokrasi nidaları eşliğinde, Kürt hareketinin tasfiyesi olduğu bir kez daha görülüyor. Durum böyleyken, Kürt hareketinin temsilcilerinin AKP’nin Kürt sorununu çözebileceğine dair yanılsamaları güçlendiren açıklamalarının, Kürt halkının özgürlük mücadelesine zarar verdiği de bir gerçektir. Bu süreçte, Kürt halkının ulusal demokratik haklarına, mevcut rejimin sınırları içerisinde ulaşmasının mümkün olmadığını tekrar dile getirmeyi enternasyonalist bir görev olarak görüyoruz.
Yorumlar kapalıdır.