Üniversite-sanayi işbirliği ve YÖK’ün kaldırılması tartışmaları
Dünyada ve Türkiye’de, son dönemde eğitim alanında uygulanmaya çalışılan programların temel eksenini; devletin eğitim harcamalarından elini çekmesi ve bu alanın sanayi çevrelerine açılması oluşturmakta. Genel bir eğilim olarak devletin kamu harcamalarından uzaklaşmaya çalışması, kendisini birçok alanda hissettirmiş ve mevcut durumda da önceliklerden biri eğitim alanı olarak belirmiştir.
Üniversitelerde 2010-2011 eğitim/öğretim yılının başladığı dönemde YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan yaptığı açıklamalarla “yeni dönemde” eğitim politikalarının ana çizgisini gözler önüne sermiş oldu; “Üniversiteler sadece devlet kaynağı ile götürülemez” ve “Sektörle üniversiteler arasındaki işbirliği görmek istediğim seviyede değil” şeklindeki açıklamaları, esasında “malumun ilanı” olmaktan öteye geçmedi. YÖK Başkanı’nın bu açıklamalarının belli temellere sahip olduğunu görmek gerekiyor.
Bu sayfada daha önce de vurguladığımız gibi, yeni eğitim politikaları uluslararası anlaşmalarla 1990’lı yılların sonunda belirlenmiş olmakla beraber, 2010-2011 eğitim yılının, Bologna Deklarasyonu’nun Türkiye’de tam olarak hayata geçirileceği dönem olduğunu da gözden kaçırmamak gerekmekte. YÖK Başkanı da bu açıklamalarıyla bir yandan Türkiye’de Bologna’nın “yolunu yaparken”, öte taraftan da üniversitelerin alacağı yeni karakterin sinyallerini vermekte.
Öncelikle, devlet mali açıdan üniversitelere yaptığı harcamaları keserek, bu alanı sanayi çevrelerine açacak ve girişimci üniversitesi modeli bu şekilde işlerlik kazanmış olacak. Bu yolla da sanayi sektörleri eğitim alanında söz sahibi bir konum elde ederek genel ihtiyaçları doğrultusunda bir sistemin hazırlanmasını sağlayacaklar. Sürecin tamamlanmasıyla beraber de ağırlıklı olarak istihdama yönelik bir eğitim sistemi benimsenecek ve bunu pekiştirmek adına da sertifika programları sürekli kılınacak. Bu programlar öğrenciler arasında rekabet hissiyatını geliştirip (daha çok sertifika, verimlilik..vb.) kapitalist ilişkileri üniversite döneminde uygulamalı olarak özümseterek öğrencileri “hayata hazırlamış” olacak!
Ayrıca, üniversitelere yatırım yapan sektörlerin yönetimde söz sahibi olabilmesini sağlamak amacıyla danışma kurulları oluşturulacak. Bu kurullar bir yandan yeni eğitim modelinin uygulanmasını kolaylaştırırken, bir yandan da devlet-sanayi işbirliğinin üniversite içindeki yansımasını oluşturacaklar. Tüm bu gelişmeler bilimsel ve öğrenci odaklı eğitim sisteminin önünü daha da tıkamakta, üniversitenin devlet eliyle sanayi sektörlerine açılması da eğitim alanında yeni ilişkileri oluşturarak, sermaye odaklı bir programı dayatmakta.
YÖK’un kaldırılması tartışmaları
Tam da üniversitelerde yeni bir sistemin devlet eliyle oturtulmaya çalışıldığı bir dönemde, AKP ve CHP arasında YÖK’ün kaldırılıması tartışmalarının başlaması da bu süreç açısından bir o kadar belirleyici. Peki nasıl algılamak gerekiyor bu tartışmayı, “demokratikleşmenin” bir göstergesi olarak mı? Öncelikle YÖK’ün, 1980 askeri darbesi sonucunda uygulanan baskı ve sindirme politikalarının üniversite ayağını oluşturmak amacıyla kurulduğunu belirtmek gerek. Bu baskı üniversitelere yeni bir şekil vermenin yolunu açarken böyle bir dönüşüm içerisinde de öğrencilerin herhangi bir başkaldırısının önüne geçmeyi hedeflemişti ve görece başarılı oldu. Şimdi Türkiye’nin içine girmiş olduğu yeni dönemde, kriz ortamının da etkisiyle, sermaye grubunun önündeki engelleri kaldırmak ve neoliberal karşıdevrimi hızlandırmak için sermaye grupları lehine bazı organların yeniden tanımlanması ve yapılanması zorunlu görülmekte. Anayasa kısmi değişiklik paketinin halk oylamasında kabul edilmesi bu durumun önünü açtı. YÖK’ün kaldırılması tartışmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir. Bir taraftan askeri darbe kurumu olarak ortaya çıkan YÖK yeni dönemde üniversite-sanayi işbirliği açısından, sermaye grubunun rahat hareket edebilmesi noktasında, fazlasıyla baskıcı bir nitelik taşırken, öte taraftan da öğrenciler arasında bir “hareketliliğin” yaşanması da yeni politikaların hayata geçirilebilmesi önünde bir engel olarak uygulayıcıların karşısına çıkmakta. Bu noktada da olası bir YÖK’ün kaldırılması durumu “demokratikleşme” olarak lanse edilip bilinçler bulandırıldıktan sonra, yeni “denetleme kurullarının” önü açılmış olacak. Kısacası, sistem açısından YÖK’ün yeni duruma göre yeniden yapılandırılması gerekmekte. Ki devlet-sanayi işbirliği göz önüne alındığında YÖK’ün kaldırılmasının öğrenciler üzerindeki baskıyı kaldıracağı yanılsaması da ortadan kalkmakta.
Son söz olarak; demokratik gericilik politikalarının öğrenciler üzerindeki etkilerine, öğrencilerin birer “müşteri” sıfatı almasına karşı, parasız ve bilimsel eğitimi savunmak adına ortak talepler altında öğrencilerin biraraya gelmesi kaçınılmaz olarak bir kez daha karşımıza çıkmakta.
Yorumlar kapalıdır.