Devlet, Kürtler ve Boykot

Abdullah Öcalan’ın Akşam Gazetesi’nde yayımlanan 15 Eylül tarihli röportajında, devlet-Öcalan görüşmeleri, demokratik özerklik ve referandum tutumları işlenmişti.

Röportajı önemli kılan iki temel husus var. Bunlardan birincisi bu röportajın, Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilişinden beri O’nunla yapılmış olan ilk röportaj oluşudur.

Ancak röportajın ikinci önemli kısmı Öcalan’ın referandum değerlendirmesi oldu. Öcalan: “Biz ‘Hayır’ deseydik, bu değişiklik paketinin geçmesi imkânsız hale gelirdi. Erdoğan’a son bir şans verdik, bunu iyi görmesi gerekir. Umarım bundan sonra demokratik anayasa ve demokratik çözüm konusunda olumlu gelişmeler olur” dedi.

Öcalan’a göre referandumda boykot ne anlama geliyor?

Öcalan’ın demokratik özerkliğe ilişkin olarak devlet ile uzlaşabileceğinin sürekli altını çizmesi ve de demokratik özerkliğin Kürt özerkliği anlamına gelmediğini belirtmesi, PKK’nin uzunca bir süredir aradığı rejim içi çözümün bir özetini sunmakta. Bu anlamı ile de demokratik özerklik önerisi, AKP’nin “Demokratik Açılım” ve yeni anayasa çalışmalarına referans olma çabasındadır.

Hatırlanacak olursa, Öcalan’ın referandumun içeriğinden bir rahatsızlık duymadığı, sadece bir eksiklik hissettiği öncesinde de bilinmekteydi. Öcalan “Referandum konusunda kimsenin iradesine ipotek koymadıklarını” dahi belirtmiş, bu sayede de AKP ile bir uzlaşma ihtimalini referandum kampanyaları döneminde açık tutmuştu. Hatta PKK’nin bu süreçte ateşkes ilan edişi de referandum sürecinde AKP’ye verilen bir destek olarak okunmuştu.

Öcalan, verdiği röportajda bu çizgisini sürdürme niyetinde olduğunu bir kez daha ifade etmiş oldu. Öcalan’ın boykotu tamamen, “Biz sizin paketinizin geçmesini engellemeyeceğiz, ancak siz de artık bizi muhatap alın” anlamına gelmekte idi. Bu anlamda Öcalan, PKK ve BDP aradığı rejim içi uzlaşma çabalarını sürdüreceklerini belirtmiş oldular.

Öcalan’ın açıklamalarına karşın devletin iki yönlü bir cevap verdiğini söyleyebiliriz. Bir yandan BDP-AKP görüşmeleri yapılıp demokratik gericilik oyunları sürdürülürken (hatta AKP bu konuda ikinci bir “son şansı” daha almış ve ateşkes süresi uzamıştır), öte yandan da baskıları sürdürüp, sınır ötesi operasyonlara ilişkin tezkereyi uzatma çabasına girişilmiştir. Sonuç olarak da bu tablo, rejim içi çözümün olanaksızlığını sergilemektedir.

Solun boykotu ve bugün

Bu noktada belirli sol çevrelerin referandumda BDP’yi desteklemek için takındıkları boykot tavrını kısaca da olsa yeniden ele almak gerekiyor. Sosyalistler her ne kadar, bir devrimci seferberlik yaratmak ve de Kürt halkı ile dayanışma sebepleri ile boykot çalışması yürüttüğünü söylemiş olsalar da, Kürt önderliğinin tutumu bir devrimci seferberliğin BDP tarafından arzulanmadığını göstermiş oldu.

Referandumdan bir ay sonra, BDP’nin rejim içi uzlaşı arayışlarının sürdüğünü görecek olursak, boykot tavrının -niyetinden bağımsız olarak- esasında BDP ile rejim arasında bir uzlaşmaya verilen destek anlamına geldiğini, hatta paketin geçebilmesi için “Erdoğan’a verilmiş bir şansa” dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Kaderini tayin hakkı

Rejim içi çözüm arayışlarının sonuçsuz kaldığını her geçen gün yaşanan gelişmelerden okumak mümkün. Buna karşın, Kürt halkının en temel hakları ve siyasal demokrasinin tek garantörü olarak, kaderini tayin hakkını savunmak önümüzde tek alternatif olarak durmakta.

Kaderini tayin hakkının tanınmadığı bir çözüm, taşıyabileceği en geniş demokratik hakları tanımış olsa dahi, Kürt sorununun çözümünü getirmeyecek, aksine rejimi güçlendirerek yeni ve şiddetli baskıların önünü açacaktır.

Kaderini tayin hakkı, Kürt halkının üzerindeki baskıların kesin olarak kalkmasını ve rejimin dönüşümünü sağlayabilecektir. Kürt yoksulları ve Türkiyeli emekçilerin bu temeldeki enternasyonalist mücadelesi sadece iyi bir fikir değil, aynı zamanda yegane çözümdür de.

Yorumlar kapalıdır.