Kurumsal faşizmin rejim içerisindeki konumu üzerine

Referandum süreci, öncesi ve sonrasıyla birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bunlardan bir tanesi ve belki de en çelişkili olanı ise Türkiye’de kurumsal faşizmin ya da sistem içi faşizmin temsilcisi MHP ile ilgili olanı. Referandum öncesinde “eğer HAYIR çıkarsa faşizm gelecek” bağırışları yükselirken, sonuçlar belli olduktan sonra “MHP çöküyor” çığlıkları atılmaya başlandı. Peki, bir referandum sonucu MHP’nin durumunu bir anda bu kadar belirleyebilir mi ya da 13 Eylül sabahı Türkiye’de rejimin karakteri mi değişti?

Kurumsal faşizm neyi temsil ediyor?

Bilindiği gibi 1980 askeri darbesi öncesi sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemde faşist çeteler karşıdevrimci hareket içerisinde büyük bir ivme kazanmış ve mücadelenin yitirilmesinde burjuvazi yararına önemli bir rol üstlenmişlerdir. Ancak güçlenen faşizmin sistemin sınırlarını zorlaması Bonapartist karakterli askeri darbe esnasında faşistlere de müdaheleyi gerektirmiş ve bu dönemden sonra ise MHP’ye sistem içerisinde bir konum verilmeye çalışılmıştır. MHP baskı ve şiddet rejiminin önemli bir çarkı haline getirilerek bir yandan rejimin sürekliliği noktasında, olası bir devrimci harekete karşı statükoyu korumak amacıyla rejimi beslemiş, bir yandan da rejimin kendisine açtığı alanlarda -Kürt hareketi, öğrenci hareketleri içinde- kendisini beslemiştir. Yani, bir sistem partisi olarak kendi etkinlik alanı içerisinde rejimin sekteye uğramasını engelleye gelmiştir.

MHP çöküyor mu?

Bugün ise MHP’nin çöküp çökmediği tartışılmakta… İşçi Cephesi olarak bu süreçte, anayasa değişiklik paketinin burjuvaziyi prangalarından kurtarmak için hazırlandığını ve bunun tüm sermaye odakları tarafından benimsendiğini yazdık. Ayrıca anayasa tartışmalarının genellikle “demokratikleşme” adı altında yapılması ve 12 Eylül rejimini değiştireceği algısının yaratılması, ülkücü çevreler arasında da kendisine mecra buldu. Ve yine belirtmek gerekir ki, MHP bu süreçte çok sistemli bir HAYIR kampanyası yürütmedi. Bunlara ek olarak da, referandum sürecinin bir genel seçim gibi değerlendirilip değerlendirilemeyeceği olgusu bulunmakta. Kısacası, rejimin niteliğinde bir değişikliğin meydana gelmediği, tam tersine baskının pekiştirildiği şu dönemde “MHP çöküyor” çığlıkları neyin çağırıcılığını yapmakta?

Burada ilk akla gelen ise, başkanlık sistemi projesi. Hayata geçirilmesi düşünülen, en azından lafı edilmeye başlanılan başkanlık sistemi, kendi doğal sonucu olarak iki partili bir süreci beraberinde getirecek. Başkanlık sistemi tartışmalarının başladığı dönemde MHP’nin çökebileceğinin konuşulması da, “acaba bu, başkanlık sistemine bir hazırlık mı” sorusunu akla getirmekte. Ancak öyle bir durumda MHP gibi, baskı ve şiddet rejimini besleyen ve ondan beslenen bir partinin ve onun tabanının, olası bir başkanlık sisteminde de kendisine yer edineceğini, rejimin istikrarı açısından bunun kaçınılmaz olduğunu atlamamak gerekiyor. Fakat o tabanın başkanlık sistemine geçildiği takdirde kendisini nerede ve ne şekilde konumlandıracağı sorusu ise şimdiden öngörülmesi zor bir durumu içinde barındırıyor.

Son olarak, kriz ortamıyla beraber birçok ülkede burjuvazinin baskı ve şiddet politikalarını arttırmaya başlaması (Fransa’da Sarkozy’nin Romenleri ülke dışına çıkarması) ve faşist partilerin gözle görülür biçimde güç kazanması (İsveç’te neonazilerin parlamentoya girmesi) Türkiye’yi de bu düzlemden çok fazla uzaklaştırmamamız gerektiğini gösteriyor. Bir de kriz ortamına Kürt halkının mücadelesi eklendiğinde, ki MHP’nin buradan ne kadar beslendiğini söylemeye gerek yok, tek bir referandumun kurumsal faşizmi ne ölçüde yerle bir edebileceği ayrıca açıklanması gereken bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Unutmamak gerekir ki, baskı ve şiddet rejimi sürüyor ve MHP de bu rejimin önemli unsurlarından biri, rejimin karakterinde bir değişiklik meydana gelmedikçe “MHP çöküyor” çığlıkları atmak bir yanılsama yaratmanın ötesine geçmemekte.

Yorumlar kapalıdır.