Politik içgörü: Nesnel gerçekliği algılayabilmek!
Doktorlar vücut içinde oluşan sesleri dinlemek için stetoskop adı verilen bir cihaz kullanırlar. Yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi olan bu basit cihaz sayesinde kalpten akcigere, mideden bağırsağa çeşitli organların durumunu dinleyerek anlamak mümkün hale gelmiştir. Lakin cihaz çok önemli olsa da marifet esas olarak onu kullanandadır. Diğer bir ifadeyle eline her stetoskop alan kalbin sesini duyabilir ama duyduğu sesin ne anlama geldiğini ancak gerekli eğitime, bilgi ve deneyime sahip olanlar bilebilir. Cihaz ehliyetsiz ellerde işlevsiz bir parçadan ibarettir. Kısacası beyaz bir önlük giyip, boyna bir stetoskop asmakla kimse doktor olamaz. Sahteyle gerçeği ayıran çizgi sanıldığından çok daha kalındır.
Türkiye işçi sınıfı hareketini çözümleme iddiasındaki birçok kişi ve kurumun benzer bir durum içinde olduğunu söylersek sanırız abartmış olmayız. Bu kişi ve kurumlar sınıf hareketinin nabzını ölçme/anlama noktasında neden bu derece istikrarlı bir kavrayışsızlık gösteriyorlar? Duydukları sesleri sürekli yanlış/farklı yorumlayan; olayların gelişimi ve olgular tarafından sürekli yanlışlanan bu kişi ve kurumlar neden ders çıkarmaya ve öğrenmeye karşı bu derece direniyorlar? Durumları böyleyken bu kişi ve kurumları böylesine şişirilmiş bir özgüvenle hareket etmeye iten nedir?
Somut örnekler üzerinden gidelim. TEKEL işçileri 4-C’ye karşı mücadelelerini Ankara’ya taşıdıklarında sosyalist hareket bu gelişmeyi çok olumlu ve önemli bir adım olarak değerlendirdi ki doğruydu. TEKEL işçilerinin direnişlerinin kazanımla sonuçlanması işçi sınıfı hareketi açısından önemli bir sınav olacaktı ki doğruydu. TEKEL işçileri kazanmalıydı ki kesinlikle hem fikirdik!
Lakin bunun sadece ajitasyonla sağlanması olanaklı olamazdı. Nitekim de olmadı! Çünkü TEKEL işçilerinin inat ve inançlarını, kararlılık ve ısrarlarını da aşan bir nesnel gerçeklik de vardı. İşçi sınıfı hareketi 20 yıldır politik ve örgütsel olarak sürekli mevzi kaybetmekteydi. Neoliberal saldırganlık tüm dünyada politik-ekonomik bir karşı-devrim gerçekleştirmekteydi. Bu gerçeklik dönemsel olarak TEKEL işçilerinin ulaşabilecekleri sınırı da belirlemekteydi.
Bunu ısrarla ifade etmeye çalıştık. Lakin gerçeği bükmeyi tercih edenler TEKEL işçilerini kahraman ilan ettiler. Karşılığı olmayan vaatler sundular. Türkiye sınıf mücadelesinin TEKEL’in ardından bir daha asla eskisi gibi olmayacağını söylediler. Şimdi ne oldu? Sonuç ortada! TEKEL işçileri bütün kararlılıklarına rağmen istedikleri sonucu alamadı.
Sendika bürokrasilerinin işbirliği çizgisi, neoliberal hükümetin gücü, sınıf hareketinin politik-örgütsel parçalanmışlığı ve güçsüzlüğü göz önüne alındığında başka bir sonuç zaten mümkün olamazdı. Kuşkusuz TEKEL işçileri üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmıştır.
Diğer yandan yanlış anlaşılmasın, sorun yanlış öngörülerde bulunmuş olmak da değil. Bunu hepimiz yapabiliriz ve yapıyoruz da! Sorun bu yanlış öngörülerle ilgili tek bir sorumlu, ciddi açıklama ve değerlendirmenin yapılmamış olmasında. Bakın bu çevrelere, TEKEL sürecini en iyi analiz edenin kendileri olduğunu söylemeye devam ettiklerini göreceksiniz. El insaf!
Bu kadar da değil. Peşinden Taksim’de 1 Mayıs gerçekleşti. Hatırlayalım, işin ucu, meşhur “sıra devrimde” öngörülerine kadar gitti. Ardından referandum geldi, yine benzer açıklamalar, değerlendirmeler… Sonuç nedir? Yüzde 58 EVET! Son genel ve yerel seçimlerde sosyalist solun tamamının aldığı oy yaklaşık ne kadardı? Binde 5! Bu oranı anlamak için matematik bilmeye gerek var mı?
Toparlarsak, Türkiye sosyalist hareketinde birçok kişi ve kurum nesnel gerçekliği algılama/kavrama zaafı yaşıyor. Evet, bunun önemli bir kısmı programatik ve metodolojik sapmalardan kaynaklanıyor. Lakin bu durum politik içgörü yoksunluğuyla birleştiğinde sonuçları, gerçeklikten kopma ve yerine taklit bir dünya oluşturma oluyor. Aklımızı başımıza alma zamanı halen gelmedi mi?
Yorumlar kapalıdır.