Solda yenilgi ve yenilenme tartışmaları, ya sınıf mücadelesi?
Referandum sürecinde solun tutumu Evet, Hayır ve Boykot olmak üzere üçe bölünmüştü. Referandumun ardından ise bu üç eğilimin referandum değerlendirmelerinin, farklı sebeplerden yola çıkıp farklı sonuçlara ulaşmış olsa da kesiştikleri bir nokta mevcut: Referandumda sol yenilmiştir ve artık sosyalist kamp içerisindeki bazı yapıların sosyalistliklerinden bahsetmeye gerek kalmamıştır.
Böylesi bir değerlendirmenin içerisine girerek kimsenin sosyalistliğini ölçmek niyetinde değiliz. Ancak yine de solun referandum değerlendirmelerini ele alarak, yaklaşan 2011 Genel Seçimleri öncesinde sınırları netleşen kümelenmeleri değerlendirmek ve de sınıf mücadelesinin ihtiyaçları ile yeni tablo arasındaki ilişkiyi incelemek bizim için faydalı olacaktır.
Üç taraftan haykırma: Esas sosyalist benim!
Referandumda “AKP’ye de Anayasasına da Hayır”, “AKP Darbesine Hayır” gibi argümanlarla, hayır tavrını alan çevreler referandum bittiğinde ülkenin yüzde 40’ının sol olduğu, AKP’nin ise sağı birleştirdiği sonucunu çıkardı. Bu doğrultuda AKP’ye karşı solda birlik çabaları hızlanarak ÖDP-TKP-EMEP-Halkevleri arasındaki ittifak daha da netleşmiş oldu. Bu birliğe ek olarak “demokrasi ve cumhuriyetin kazanımlarını savunmak” adına, ya da yalnızca “ABD emperyalizmine karşı mücadele” edebilmek için Hayır tutumunu alanlar da aynı ihtiyaçlar ile hareket etmeye başladılar. Bu doğrultuda referandumda Evet tavrını alan çevrelerin de AKP ve emperyalizmle aynı kampa düştüğünü ilan ederek, onların devrimciliklerinin de solculuklarının da kalmadığını söyleyip, bundan sonra Evet tavrı alanlar ile hiçbir platformda bir araya gelmeyeceklerini dahi deklare ettiler.
Evet’ten yana tutum alan çevreler ise “Hayır” tutumunu almış çevrelerin CHP ve MHP gibi ulusalcı düzen partileri ile aynı kampa düştüklerini söyleyerek, bir yol ayrımına geldiklerini belirttiler. Bu bağlamda bu kamp da “Hayırcılar” ile bundan sonra bir araya gelmeyeceklerini ilan etmiş oldu.
Boykot’tan yana tutum alan çevreler ise, çoğunlukla, referandum ile sınıfın gündeminin bulandırıldığından bahsedip, çözümü devrime havale etmekte, böylelikle diğer tüm çevrelerin revizyonizmini ispatlamaktaydılar. Bazı başka boykotçu yaklaşımlar ise, Kürt halkı ve BDP ile dayanışma çabalarını sürdürdü.
Solun yenilgisi ve yeni arayışlar
Yazının başında belirttiğimiz üzere, referandum sonrası ortaklaşılan bir başka konu da solun yenilgisi oldu. Bunun üzerine solda yeni arayışlar da hızla başladı ve reçeteler hazırlandı.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız değerlendirmelerden yola çıkacak olursak, öncelikli yönelişin AKP’ye karşı yeni bir birlik oluşturmak olduğunu söyleyebiliriz. Yalnızca AKP karşıtlığı üzerinden yola çıkan, sonuç olarak da AKP karşıtı diğer odaklar ile de bu temelde bir iş birliğine hazır olan bu çalışma kendisini yalnızca bir karşıt üzerinden (yani AKP üzerinden) var etmektedir. “Solda birlik”, “yurtseverlik”, “emperyalizmden bağımsızlık” ve “gerici İslamcılığa karşı mücadele” gibi söylemlerle oluşturulan bu birlikler, temel hedefini salt AKP karşıtlığı üzerine kurduğu için ulusalcılığın sınırlarını aşamamaktadır. Buna karşın yoksullaşma ve demokrasi sorunlarına karşı da AKP’nin gitmesinden başka bir çözüm sunmamakta, işçi ve emekçilere yönelik çözümler üreten bir asgari program dahi oluşturamamaktadır. AKP’ye karşı olan mücadele ise bir halk mücadelesi olarak, dahası emperyalizme karşı verilen bir mücadele olarak tanımlanmaktadır. Sonuç olarak işçi sınıfı bu mücadelenin ancak bir parçası olarak algılanmaktadır.
Evetçilerin çıkış noktası ise yine bütünlüklü bir program ya da sınıf mücadelesi olmaktan uzak durumda. Talepleri, demokratikleşme süreci ile sınırlı olmakta ve bu doğrultuda AKP dâhil her kurum ile iş birliğinin yapılabileceği söylenmektedir. Onlara göre, ya demokrasiden yanasınızdır, ya da baskıcı rejimin yanındasınızdır. Demokrasinin sınıfsal içeriğini boşaltan böylesi bir yaklaşım da demokrasi mücadelesinde işçi sınıfı dışında başka unsurlara da güvenilebileceğini açıkça ifade etmektedir. Böylelikle, işçi sınıfına duyulmayan güven, burjuvaziden ve küçük burjuvaziden umulan medete dönüşmüştür.
Boykotçuların bir kısmı dediğimiz üzere devrime kadar bu sorunun çözülemeyeceğini ifade etmekteler. Bunun dışında BDP ile dayanışma amacı ile boykot tavrı alan kimi çevreler ise, “ezilenlerin ve emekçilerin boykot cephesi”nden yola çıkarak, içerisinde BDP ve işçi sınıfının yer aldığı “üçüncü cephe”ye uzanan bir rotayı takip etmeyi sürdürüyorlar. Bu çizginin birinci sıkıntısı, burjuvazinin zaten tek vücut olduğu ve bu yüzden sermayeye karşı yaratılacak bir emek cephesini üçüncü cephe olarak aramanın yaratılan suni ayrımı teşhir etmek yerine sürdürmekten öteye geçmemesidir. Ancak bu küçük gibi görünen sıkıntıyı bir kenara bırakmış olsak dahi, sınıf örgütleri olmayan örgütlerle iş birlikleri yerine kalıcı ve uzun vadeli cephelerden yana olmak sınıf bağımsızlığını tehdit eder bir hale gelmektedir. Gel gelelim BDP’nin devlet ve AKP ile uzlaşma çabalarının yanı sıra, son dönemlerde TÜSİAD’a düzenlediği ziyaret ve de TÜSİAD’tan destek beklentisi (gelin buna ittifak arayışları diyelim) bu “üçüncü cephe” uğraşısını tehlikeli bir yola sürükleyip, işçi sınıfının taleplerini silikleşme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmakta ve “üçüncü cephe” fikrini boşa çıkarmaktadır.
Referansı işçi sınıfı olmayan sol olur mu?
Referandum sonrası tazelenme arayışları içerisinde olan üç kampı da incelediğimiz vakit, çıkartabileceğimiz temel sonuç, dünyadaki eğilimden farklı olmayan bir şekilde Türkiye solundaki yeni kümelenmeler ve arayışlar içerisinde işçi sınıfının hâlâ merkeze oturtulmamış olduğudur.
Türkiye’ye bakacak olursak; yoksulluk, demokrasi ve Kürt sorununu en acil gündemler olarak sıralayabiliriz. Bu sorunlara baktığımızda ise, burjuvazinin yoksulluk sorununu asla çözemeyeceğini görebiliyoruz. Çünkü burjuvazinin krizden çıkabilmek için yarattığı çözüm önerisi zaten yoksulluğu arttırmaya dayalıdır. Demokratikleşme sorununa gelecek olursak, uluslararası sermayenin baskısı ve de Türk burjuvazisinin yeterli kârı elde edebilmesi için, burjuvazi asker-polis rejimi olarak adlandırdığımız bu rejimin temel niteliklerinden hiçbir zaman vazgeçemeyecektir. Aynı şekilde Kürt sorununda da rejimden ödün veremeyecek olan burjuvazi, bu sorunda da ancak bir yandan demokrasi aldatmacalarını kullanırken, öte yandan da uyguladığı baskı ve şiddeti arttıracaktır. Bu tabloya bakacak olursak, en basit düzeyde görünen yoksulluk, siyasal demokrasi ve Kürt sorununun çözümüne dair talepleri sahiplenebilecek tek alternatif işçi sınıfı olarak kalmaktadır.
Sonuç olarak da, referandum sonrasında, solun aldığı yenilginin ardından bir yenilenmeye ihtiyaç duyulduğuna biz de katılıyoruz. Ancak diğerlerinin söyledikleri ve yaptıklarının aksine biz bugün, her zamankinden de fazla bir şekilde, işçi sınıfına yaslanıp ona güvenmek ve bir birleşik işçi cephesinden yana olmak gerektiğini söylüyoruz. Adına layık bir sosyalist çalışmanın da ancak ve ancak her soruna yaklaşımda işçi sınıfından beslenen bir perspektif ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Sınıf mücadelesi ve görevler
Solun böylesi kararlı bir şekilde işçi sınıfına sırtını dönmesi bizler için karamsarlık yaratıcı bir durum mudur?
Hayır. Çünkü bu durum elbette ki yeni bir durum değildir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfının önderlik bunalımı giderek büyümekte ve bizlerin üzerine düşen sorumluluk artmaktadır. Ayrıca her şeye rağmen yüzünü işçi sınıfına dönen pek çok çevre hâlâ mevcuttur.
Öte yandan da bugün tüm sınırlılıkları ile beraber işçi sınıfı mücadelesini sürdürmektedir. Neredeyse 200. gününe dayanan UPS direnişi bunun en önemli göstergelerinden biridir. Bizler için umut ise işçi sınıfının mücadelesinde yatmaktadır. Bu durumda İşçi Cephesi olarak referandum sonrasında solda yaşanan tartışmalardan çıkardığımız ders; referandum sürecinde olduğu gibi, referandum sonrasında da sınıf mücadelesinin mevzilerinden beslenerek kendimize bir rota belirlemeye ve o rotada ilerlemeye devam etmektir.
Yorumlar kapalıdır.