İleri Demokrasi: ‘Barışçıl’ Karşıdevrim!

Hükümet ‘ileri demokrasi’ye ulaştığımızı ilan ederken, gerçekte ezilen ve sömürülen kesimlere karşı pervasız bir saldırı programı uyguluyor

Hükümet geçtiğimiz günlerde 2011 yılı için, çalışanlara ve emeklilere yaptığı zam oranını açıkladı. Açıklanan komik rakamlar, öyle görünüyor ki, Başbakan’ın da içine sinmemiş.

Fakat neyse ki, bu düşük rakamların gerekçesini açıklamayı da ihmal etmemiş: “Eğer bugün çalışanlarımıza, emeklilerimize, gönlümüzden geçen daha yüksek miktarları veremiyorsak, geçmişte sosyal güvenlik sistemimizi tahrip eden o hesapsız kitapsız, popülist uygulamalar yüzünden veremiyoruz.

Yani 2011 yılında hükümetin çalışanlara ve emeklilere yapığı düşük zammın sorumlusu, geçmiş iktidarlar…

AKP hükümeti, iktidardaki sekizinci yılını geride bırakmak üzere. AKP’nin bu sekiz yıl boyunca ısrarla, usanmadan anlattığı bir hikâyesi oldu. Bu hikâyeye göre AKP aslında fevkalade demokrat, özgürlükçü ve hatta emekten yana bir partiydi. Ne var ki, yargının, askerin vesayeti, CHP’nin engellemeleri, kısacası statükocu güçlerin varlığı, bu tavrını göstermeye bir türlü imkân vermedi…

Referandumla birlikte AKP, yargı organlarını da istediğince şekillendirdiği gibi, öncesinde de TSK’nın siyasetteki gücünü geriletmiş, askere kendi otoritesini kabul ettirmişti. Takdir ederler ki, artık Devlet’in belli başlı bütün kurumlarını kontrol etmekteler. Bu durumda, artık hükümetin üzerindeki asker ve yargı vesayeti, çok şükür, kalkmış durumda(!)

Fakat, AKP’yi yine de bir şeylerin engellediği muhakkak. Örneğin, Kürt sorununda adım atmasını PKK, türban konusunda CHP, zamlar konusunda ise önceki hükümetler…

Sekiz yıllık ‘ilerlemeyi’ göz önünde bulundurursak, görünen o ki, AKP şu demokratik, özgürlükçü programını önündeki engelleri tamamen temizlediğinde, yani örneğin bir beş yüz sene içerisinde pekâla uygulayabilir…

Yalan Diktatörlüğü!

AKP hükümeti sekiz yıl boyunca aslında ne kadar demokrat ve özgürlükçü olduğunu anlatırken, arka planda emekçi halkın kazanımlarına dönük bir ekonomik karşıdevrim programı uyguladı. Bu süreçte güvencesiz ve esnek çalışma neredeyse kural haline geldi. Yüksek işsizlik oranları sıradan bir vakaya dönüştü. Çalışma saatleri yükselirken, ücretlerin alım gücü azaldı…

Peki, bu süreçte kazananlar da olmadı mı? Olmaz olur mu! Patronlar bu süreçte kârlarını dörde, sekize katladılar. TÜSİAD’ıyla, MÜSİAD’ıyla burjuvazinin bütün kesimleri, AKP hükümeti döneminde bir “altın çağ” yaşadılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün deyimiyle, “Bugün demokratik, laik, güçlü, gelişmiş, dünyada aktif rol oynayan bir ülke konumuna ulaşmanın gururunu yaşıyoruz.

Bu esasında tipik bir neoliberalizm hikâyesi… 70’lerin sonundan itibaren kapitalist sistemin dünya çapında uygulamaya soyunduğu ‘barışçıl’ bir karşıdevrim projesi… Bu süreçte hükümetler demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramları ağızlarından düşürmez ve bu söylemlerini birkaç ufak demokrasi kırıntısıyla perçinlerken, arka planda emekçi halkların kazanılmış haklarına yönelik bir taarruz hareketine giriştiler. Sonuç olarak, birçok faktörün de etkisiyle dünya çapında, ekonomik ve sosyal kazanımlar bir bir geri alındı, işçi sınıfının sendikal ve politik örgütleri zayıfladı veya yok oldu; muhafazakârlaştırma politikalarıyla dini tarikatlar ve cemaatler güç kazandı…

Sınıfın Bağımsızlığı İçin

Bu konuyu tekrar gündeme taşımamızın iki sebebi var. Birincisi, AKP’nin söylemlerinin emekçi kitleler nezdinde hâlâ etkisini koruması. İkincisi, sosyalist solda AKP’nin tanımlanmasına yönelik yapılan vahim hataların, varlıklarını etkili bir şekilde sürdürmesi. Bir kesim, AKP’nin rejimi demokratikleştirdiğini öne sürüp ona ‘eleştirel’ destek verirken, başka bir kesim AKP’yi dünya çapındaki neoliberalizm ve muhafazakârlaştırma dalgasından soyutlayarak, AKP’nin ‘gericiliğine’, ‘işbirlikçiliğine’ karşı bütün ‘ilericileri’ bir araya gelmeye çağırıyor.

Emekçi kesimlere dönük saldırıların yoğunlaşacağı ve genel seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, özünde sınıf işbirlikçisi olan bu anlayışların, işçi sınıfının bağımsız sınıf politikasını yükseltemeyeceği, ezilen, sömürülen kesimlere önderlik edemeyeceği apaçık ortada. İşçi sınıfı bugün her şeyden fazla, burjuvazinin hiçbir kanadına yedeklenmeyen, sınıfın bağımsızlığını temel alan bir politik önderliğe ihtiyaç duyuyor.

Yorumlar kapalıdır.