Videla ve 12 Eylül
Geçtiğimiz 22 Aralık’ta, 1976-1981 yıllarında başında olduğu askeri cunta ile insanlık suçu işleyen Jorge Rafael Videla, Arjantin yasalarınca ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Seslerini yükselten ve isteklerini kitlesel örgütler altında dile getiren emekçiye ve işçiye karşı sermayenin desteğini alan faşist rejimler ve diktalar dünyanın her yerinde kendisini gösterdi ve gösteriyor.
Arjantin ve Türkiye ise gerçekleşen askeri darbeler ve toplumun geçmişiyle hesaplaşması açısından önemli örneklerdir. 1969-1971 arası işçi hareketleriyle beraber Arjantin’de yükselmekte olan sol, 1974 yılında Juan Peron önderliğindeki sivil hükümet tarafından ihanete uğradı. Derinleşen ekonomik krizlerle birlikte dışa bağımlı sermaye sahipleri sivil bir iktidar altında kendi çıkarlarını koruyabilecekleri bir düzen bulamadıkları için, sermaye destekli 1976 askeri darbesi gerçekleştirildi. 1982’ye kadar süren bu askeri rejim, yaklaşık 30 bin Arjantinlinin kaçırılması ve öldürülmesinden sorumlu tutuluyor ve bu rejim işçi ve öğrenci hareketlerini tamamen bitirmek için elinden gelen bütün faşist yaptırımları uyguladı.
1982’den sonra askeri cunta tarafından desteklenen ve kendisini sivil rejime bırakan faşist rejim uygulayıcıları, kendisinin de öngörmediği bir biçimde sivil hükümet tarafından 1985 yılında yargılanarak ömür boyu hapis cezası almıştır fakat 1990 yılında askerle işbirliği içerisinde olan o dönemin hükümetinin çıkardığı af sonucunda mahkûmiyetleri ev hapsine çevrilmiştir. Néstor Kirchner başkanlığındaki hükümet 2001 yılında Videla’nın yargılanması için tekrar harekete geçti ve 2010’un ilk aylarında başlayan mahkeme 22 Aralık’ta Videla’nın insanlığa karşı yaptıklarından suçlu bulunması sonucunda ömür boyu hapis cezası ile bitti. Mahkeme sonrası Videla’nın kendini savunduğu “geçmişin düşmanları artık Marksist bir rejim kuracak güce sahipler ve bunu gerçekleştirmek istiyorlar” cümlelerinden açıkça görülüyor ki, öldürdüğü insanların yasını tutmayı bir yana bırakın, hala kana susamış bir cani portresi çiziyor.
Arjantin’deki bu gelişmelere karşın, Türkiye’deki geçmişle hesaplaşma süreci sermayenin istediği gibi ilerlemektedir, açıkçası hiç bir şey yapılmamaktadır. Referandum sürecinde “yetmez ama evet” diyen ve iktidarla birlikte hareket eden aydınların ve emekçi ile işçinin yanında olmayan sol partilerin savunduğu en önemli nokta, 12 Eylül diktatörlerinin yeniden yargılanması ve emekçinin üzerinden silindir gibi geçen yaptırımların hesabının verilmesiydi. Fakat referandumdan bu yana geçen dört ay boyunca ne bir adım atıldı ne de referandumda evet diyenlerin savundukları demokratikleşme 12 Eylül’den öteye gidebildi. Referandumda 12 Eylül’ün yargılanması beklentisinde olup, halkı daha demokratik bir anayasa hayalleriyle uyutanlar ise işçi ve emekçi kitlelerinin taleplerini saptırmakla ve bu talepler için mücadeleyi engellemekle suçlanmalıdır. 12 Eylül’ü yargılamak ancak ve ancak anayasayı takviye ederek değil tasfiye ederek sağlanabilir, ve bu ancak işçinin ve emekçinin iktidarıyla gerçekleşebilir.
Yorumlar kapalıdır.