Devrimcilik bir çocukluk hastalığı mıdır?

60 yaşında olmak! On yıla yaklaşan bir süre kanser ve getirdiği rahatsızlıklara karşı mücadele vermek! Üstelik neredeyse bir ömür gölgen olmuş şeker hastalığına rağmen bunu yapmak! Evet, 1951 doğumlu yoldaşımız Rıfat Ucur bütün bu belalara karşın yaşadı ve hayata tutundu. Taa ki 1 Mart gününe dek…

Son ana dek dilinde Tunus ve Mısır devrimlerinin, kalbinde mücadele ve isyan ateşinin olduğunu ise en yakınındaki yoldaşları tanıklıklarıyla nakletti. Kuşkusuz bu, Şekerim Rıfat’ı bilen, tanıyan yoldaşları, dostları için asla şaşırtıcı değil. Kalbi izin verseydi bir on yirmi yıl daha bu şekilde yaşayacağını hepimiz biliyoruz…

Nitekim mezarı başında ilk konuşmayı yapan Hakkı, konuya tam da bu noktadan başlıyor: “Tam 40 yıllık dostum, yoldaşımdı. 1971’in Eylül ayında tanışmıştık. O 20, ben 18 yaşındaydım…” Lakin acı çok taze ve derin! Kelimeler Hakkı’nın boğazına düğümleniyor, gözyaşları yanaklarından süzülüyor… “Ömrümün son on yılı” diyor “mezarı başında Rıfat için böylesi bir konuşma yapmak korkusuyla geçti.” Sonra yakın gözlüğünü çıkarıyor ve cebinden bir kâğıt… Biraz bakıyor ve devam ediyor… Gözü yaşlı dostlar, yoldaşlar dinlemekte. Kelimeler tonlarca ağırlıkta… Öyle ya, 40 yıllık bir dostluk, yoldaşlık bir çırpıda nasıl anlatılır?

Sonra sözü Şadi alıyor. Rıfat’ı, dostluğumuzu, yoldaşlığımızı anlatacak bir konuşma yapacak durumda değilim derken kelimler onun da boğazına düğümleniyor. Siyasi şeyler söyleyeceğini ifade ediyor ve anlatmaya başlıyor:

“Troçki 1917’de ben olmasaydım da yine devrim olurdu çünkü Lenin vardı, der. Ben olmasaydım da 1920’lerde Kızıl Ordu’yu kuracak yoldaşlar vardı, der. Bugün ise 1936’da, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş sürecinde ben olmasam her şey yarım kalabilir, diye ifade eder. Bu yönüyle bugün üzerime düşen tarihsel görev 1917 Ekim Devrimi’nde de, Kızıl Ordu’nun kuruluşunda da üzerime düşenden daha büyük bir görevdir diyen Troçki bu nedenle hayatın kendisine bir 5 yıl daha vermesini diler…”

Bu aktarımın ardından Rıfat’la aralarında geçen bir konuşmayı anlatmaya başlıyor Şadi… Rıfat kendisine, “sen necisin?” diye soranlara “ne Troçkistim, ne de devrimci Marksist’im, ben Dördüncü Enternasyonalciyim” dermiş… Hepimizin gözü Rıfat’ın taze toprakla örtülü mezarının üzerine serili Dördüncü Enternasyonal’in siyah beyaz bayrağına çevriliyor. Konuşmasını tamamlayan Şadi gür sesiyle hep birlikte söylenen Enternasyonal marşına önderlik ediyor… Muhittin yoldaşının dediği gibi, Rıfat’ı yıldızlara emanet ederek mezarlıktan ayrılıyoruz…

Ertesi gün TV’de bir tartışma programında “ben devrim sevmiyorum!” diyen bir adamın sesine kulak kabartıyorum. Diğer konuşmacı, “ya Tunus, Mısır?” diyor. Devrim sevmeyen, “onlar başka, onlar halk devrimleri, ben proleter devrimlere karşıyım, onları sevmiyorum” diyor. Aklımda Rıfat! Boşa geçmemiş ömrünü onu tanımayanlara, daha genç yoldaşlara anlatmanın, aktarmanın ne kadar gerekli olduğunu duyumsuyorum. Onlara devrimcilik bir çocukluk hastalığı değildir derken usulca Rıfat’ı örneklemek istiyorum. Ve hayattaki yoldaşlara Troçki’nin görevini tamamlamak için istediği beş yıldan çok daha fazla ömür diliyorum. Sosyalizme dek devam edecek mücadelemiz için daha büyük miraslar bırakabilmeleri için…

Yorumlar kapalıdır.