Ortadoğu’da devrim ateşi! Diktatörler her yerde alaşağı!

Tunus’ta başlayan kitle ayaklanması, başta Mısır olmak üzere bir dizi başka Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkesine sıçrayarak, tüm Arap dünyasında devrimci bir durumun ortaya çıkmasına yol açmış durumda. Ürdün, Yemen, Bahreyn, Cezayir ve şimdi de Libya’da kitleler asker-polis rejimlerine karşı seferberlik halindeler.

Devrim farklı ülkelerde, farklı dinamiklerle ve farklı aşamalardan geçerek ilerliyor.

Emperyalizm yanlısı geçici hükümetler silahlı kuvvetler ve generaller, bir yandan demokrasi tavizleri vaat ederken öte yandan gençlerin evlerine, işçilerin de işyerlerine dönmelerini istiyorlar.

Bu gelişmelerin, gündemi zaten rejimin kontrol mekanizmaları üzerindeki denetim savaşları, Kürt sorunu ve yaklaşan seçimler nedeniyle yeterince ısınmış durumdaki Türkiye’yi etkilememesi beklenemez. Şimdiden varil başına 110 doların üstünde seyreden petrol fiyatları, zaten kritik bir önem kazanmış durumdaki cari açık üzerinde dengesizlik yaratmış durumda. Özellikle Mısır ve Libya gibi ülkelerde stratejik yatırımları bulunan Türk sermayesinin kayıpları ise dört milyar doları aştı.

Genel seçimler arifesinde, AKP hükümetinin çalışan yığınlara karşı yürüttüğü neoliberal politikaların yarattığı yıkım tablosu da gözler önünde; ülkedeki en zengin yüzde 10’luk gelir grubu ile en alttaki yoksul yüzde 10’luk grubun geliri arasında 100’e 8 olarak açıklanan bir gelir uçurumu söz konusu.

Türkiye, gelir adaletsizliğine mahkûm edilmiş bir ülke konumunda. Gerçek işsizlik yüzde 20 dolayında seyrettiği, hasbel kader iş sahibi olabilenlerin yüzde 65’inin ise örgütsüzlük ve güvencesizlik sarmalıyla kuşa çevrilmiş maaşlara talim ettiği bir ülke burası.

Sermaye sınıfının önümüzdeki döneme ilişkin stratejisi çok açık; sosyal bir yıkım projesi olan mali kural hayata geçirilecek, uygulanmakta olan önlemlerle uluslararası sermayenin doğrudan yatırımlarının ülkeye çekilmesine çabalanacak ve böylelikle giderek kabaran cari açığın finanse edilebilmesi hedeflenecek. Bunun anlamı ekonominin kaderinin uluslararası kapitalizmin gelgitlerine bırakılmasından başka bir şey değil. Diğer yandan, Torba Yasa türü yeni saldırı paketleriyle emekçiler üzerinde güvencesizleştirmenin ve esnekleşmenin yaygınlaştırılarak kalıcı hale getirilmesi, bu stratejinin diğer bir hayati noktasını oluşturuyor.

2011 yazında gerçekleşecek seçimler hem AKP açısından hem de rakipleri açısından hayati bir önem arz etmekte. Zira AKP’nin elde edebileceği yüzde 40 ve üzerindeki bir oy oranı, hükümet açısından çok büyük bir güvenoyu anlamına gelecek. Böylesi bir güvenoyu devletin ve rejimin neoliberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılanması önündeki pek çok engelin emekçiler aleyhine ve egemen sınıflar lehine aşılmasını kolaylaştıracaktır.

Bir yanda dünya ekonomik krizinin ürünü olan olumsuz ekonomik ve sosyal sonuçlar (işsizlik, yoksulluk, cari açık, büyüyen devasa dış borç, vb.); bir yanda devletin neoliberal ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden yapılandırılması çabalarının yol açtığı rejim içi güç mücadelesi ve bunun çeşitli ekonomik-sosyal katmanlar arasında siyasi-kültürel bir hegemonya oluşturma kavgası olarak tezahürü (yeni anayasa, yargı reformu, askerin yeri-rolü, bir bütün olarak yürütmenin güçlendirilmesi) ve diğer yanda toplumu-siyaseti tüm yönlerden kuşatarak onlarca parçaya bölen Kürt sorunu… İşte bu alan ve başlıklar Haziran 2011 seçimlerinin de temel eksenini oluşturmakta.

İşçi sınıfının bu çürümüş düzeni dönüştürebilecek yegâne belirleyici güç haline gelebilmesi ve mevcut dağınıklığın aşılabilmesi yolunda bu seçim döneminde atılacak adımlar büyük önem kazanıyor. Emek ve özgürlük eksenli bir sınıf hattının adım adım inşa edilebilmesi bu hedefin gerçekleşmesinde belirleyici bir önem taşıyor.

Yorumlar kapalıdır.