Ankara Kıbrıs’tan elini çek!

28 Ocak’taki “Toplumsal Varoluş” mitinginin talepleri ve sonrasında gelişen olaylar, beklenmedik bir biçimde, Kıbrıs sorununu Türkiye’nin gündemine yerleştirdi. KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ise, “besleme” kriziyle beraber Türk televizyonlarında yeniden boy göstermeye başladı ve Kıbrıs’taki sorunları bir tür “aile içi öfke patlaması” olarak nitelendirerek üzerini örtmeye gayret etti. Oysaki süreç küresel ekonomik kriz ve Arap Dünyası’ndaki devrimlerden bağımsız düşünülemeyecek durumda.

Kıbrıs’ta neoliberal dalga : “Yıkım Paketi” ve AB Politikaları

Kıbrıs’ın gündemindeki “yıkım paketi”; emeklilik yaşının 60’tan 65’e çıkarılması, sendikal hakların budanması, bir kural haline gelen esnek ve güvencesiz çalışmanın yasalaştırılması, emekli maaşına vergi koyulması gibi, aslında, Türkiye’deki ve Dünya’daki neoliberal saldırı dalgasının bir uzantısı olarak okunabilecek düzenlemeler içeriyor. KKTC’nin uluslararası alandaki hukuki durumu sebebiyle bu paketin uygulanmasını sağlama görevi fiilen adanın kuzeyini işgal altında tutan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne düşmüş durumda. “Ankara elini yakamızdan çek!” sloganı ise bu sebeple, politik olduğu kadar ekonomik de bir talep.

Eroğlu’nun cumhurbaşkanı seçildikten sonra, “KKTC’yi Akdeniz’in Las Vegas’ı yapma” hedefini açıkça ifade etmesi de Türkiye’de sıkça tekrarlanan “stratejik çıkarların” iç yüzünü gözler önüne seriyor. Bugün Kıbrıs’ta mevcut durumun devamından yana olanlar, Türk tarafında da Rum tarafında da, Ada’nın bir kara para aklama merkezi olmasından çıkar sağlayanlardır. 2000’li yılların başında Türk tarafındaki birleşme arzusunu ve kitle hareketini, Türkiye’nin ve Rum Kesimi’nin AB’ye üyelik süreciyle boğmayı başaranlar; bugün Kuzey Kıbrıs’taki alanlarda 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bayrağı boy gösterince, bunu “Rum işbirlikçiliği” olarak yorumlamaktan geri durmuyorlar. Oysaki bu durum, mevcut çözümsüzlüğün Kıbrıslı kitlelerde yarattığı rahatsızlığı ve birleşik bir Kıbrıs arzusunun kitleler nezdinde giderek yaygınlaştığını göstermektedir. Ancak, Annan Planı gibi Kıbrıs emekçi halkının inisiyatifinden yoksun bütün plan ve projelerin, Ada’nın emperyalizme teslimiyetini perçinleyeceği de vurgulanması gereken bir başka nokta. Önceleri Kıbrıs’ta çözüm umudu olarak görülen AB’nin, krizle beraber, Avrupalı emekçiler için geliştirilen yıkım planlarını hayata geçirirken gösterdiği kararlılık, Kıbrıs’ın Avrupa ile ancak işçi ve emekçilerin denetiminde gerçekleşecek bir birleşmeyle kalıcı barışa ulaşabileceğini göstermektedir.

Buna paralel olarak; başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’in Kıbrıs’a dayatılan protokollerin uygulanmaması halinde KKTC ekonomisinin batacağını iddia etmesi ve yaptığı “Cuma küfrettiler, Pazartesi para yolladık” açıklaması, bir taraftan da Kıbrıs’ta yürürlüğe konmak istenen ekonomik paketin simgesi haline gelen Halil İbrahim Akça’nın Ada’ya büyükelçi olarak atanması, Türkiye hükümeti tarafından takınılan ve Kıbrıslıların taleplerini hiçe sayan sömürgeci tavrın bir göstergesi şeklinde yorumlanabilir…

Genç Mücahitler’in “Milli Meselesi”

Bütün bu olaylarla beraber, 1974’te Türk Ordusu’nun adaya gerçekleştirdiği müdahalenin ardından zirve yapan, Kıbrıs’ı bir “milli mesele” durumuna “yükseltme” ve bu vesileyle de tartışılmaz kılma eğilimi giderek güç kaybediyor. Bu durum, Türkiye’deki rejim içi hesaplaşmalar ile birleşince ortaya çıkan tablo gösteriyor ki, Kıbrıs’taki rejimin durumu, Türkiye’deki asker-polis rejiminden bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla, zamanında bizzat Rauf Denktaş’ın da parçası olduğu ve Türk işçilerine yönelik saldırılar düzenleyerek adayı provoke ettiği bilinen kontr-gerilla (Rum tarafında da benzer örgütlenmelerin varlığı unutulmamalıdır) güç kaybetmekle beraber bugün hala rejim içinden destek bulmaktadır. “Genç Mücahitler” gibi dernek ve yapılanmaların gerek 28 Ocak mitingi sırasında, gerekse sonrasında gerçekleştirdikleri eylemler de Başbakan Erdoğan’ın “gerekli cevabı verin” naraları ışığında ele alındığında, rejim içi desteğin devam ettiği görülecektir.

Birleşik Sosyalist Kıbrıs!

Arap Dünyası’ndaki devrimler ve 2 Mart’ta, Kıbrıs’ta gerçekleştirilen ikinci “Toplumsal Varoluş” mitingi gösteriyor ki, küresel ekonomik krizle baş etmekte zorlanan emperyalist güçlerin eli zayıflama eğiliminde. Bütün dünyada olduğu gibi Kıbrıs’ta da yürürlüğe konmaya çalışılan kemer sıkma politikaları, Kıbrıslı işçi ve emekçiler tarafından kitlesel grevlerle karşılandı. Ada’nın kuzeyinde gittikçe kuvvetli bir biçimde dillendirilen birleşme arzusu da bu duruma eklenince, mevcut durum, Ada’nın güneyindeki emekçilerle yürütülme zorunluluğu olan bir mücadeleyi işaret ediyor. Bu kapsamda, Kıbrıslı devrimcilere düşen görev Ada’daki emperyalist hegemonyayı reddeden, işçi sınıfının birleşmesinden yana ve emperyalizmden bağımsız bir sol alternatifin, ortak bir program etrafında inşası için olanakların zorlanması olarak görünüyor.

Üsler kapatılsın, tüm yabancı askeri kuvvetler Ada’dan çekilsin!

Kara paracı hırsızlar, mafya ve kontr-gerilla tetikçileri Kıbrıs’tan dışarı!

Kıbrıs Kıbrıslılarındır! Sanayi ve ekonomi Kıbrıslı emekçilerin denetimine!

Yaşasın silahtan arındırılmış, Birleşik Sosyalist Kıbrıs Cumhuriyeti!

Yorumlar kapalıdır.