Saray’ın dış politikası: bir adım ileri, iki adım geri

Saray rejiminin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de izlemekte olduğu maceracı ve saldırgan dış politikanın son örneğine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde tanıklık ettik. Bugüne kadar TC hükümetlerinin hemen hepsi KKTC’yi kendi “arka bahçesi” olarak görüp müdahaleci bir tavır sergileyegelmişti. Ancak Saray rejiminin son seçim sürecindeki yaklaşımı müdahaleciliğin de ötesinde bir noktaya ulaştı. Dış politikadaki genel sıkışmışlığın karşısında, Tek Adam rejimi, KKTC’de kendi politik yörüngesinde tutabileceği adayı açıktan destekler bir pozisyon aldı. Bunu yaparken de KKTC seçim yasalarını hiçe saymaktan ya da bir hükümet krizi yaratmaktan çekinmedi. Ancak tüm bu sürece rağmen, AKP’nin açıkça desteklediği eski KKTC Başbakanı Ersin Tatar, Kıbrıs sorununda tek devletli çözümü, federatif bir yapıyı, barışçıl geçişi ve Kıbrıs Türklerinin TC’den görece bağımsız “özgür iradesini” savunan eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı, ikinci turda ve çok yakın bir farkla mağlup edebildi.

Seçim öncesi dönemde, Ersin Tatar ile Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz aramaları anlaşması yapan Saray rejimi, Cumhurbaşkanı adayını kendi saldırgan ve maceracı dış politika çizgisi üzerinden araçsallaştırma gayreti içerisindeydi. Seçimlere iki gün kala, 1974’ten beri yerleşime kapalı tutulan Maraş’ın ufak bir bölümünün Erdoğan ve Tatar birlikteliğiyle açıldığının açıklanması da bu saldırgan çizginin perçinleyicisi oldu. Aynı zamanda Maraş’ın açılmasının, seçimlerden iki gün önce, mevcut seçim yasaklarına rağmen KKTC’de, Tatar lehine bir gövde gösterisine büründürülmesi de Ankara’nın seçim sürecine doğrudan müdahalesinin bir kanıtı. AB’den ve Rum kesiminden Kıbrıs’ta statükonun bozulmasının karşısında gelen açıklamalar bir yana, Saray rejimi Maraş’ın açılmasını öyle bir oldu bittiye getirdi ki, KKTC’de bir hükümet krizini dahi göze aldı. Maraş’ın açılmasının bilgisi dahilinde gerçekleşmediğini belirten KKTC Dışişleri bakanı istifasını sunarken, koalisyon hükümeti içerisinde derin bir çatlak meydana geldi.

Ankara’nın tüm açık desteğine rağmen Tatar’ın az bir farkla da olsa da seçimleri kazanmış olmasının önümüzdeki süreç için en temel sonuçlarından birinin, Saray rejiminin Doğu Akdeniz’deki maceracı dış politikası doğrultusunda bir “destekçi” kazanması olduğu söylenebilir. Keza seçimlerin ertesinde Erdoğan ve Tatar’ın bundan sonra Kıbrıs’ta tek devletli çözüm yerine iki devletli çözüm yolunda bir hat izleyeceklerini açıklamaları, bu niyetlerinin bir göstergesi.

Seçimlerin bir diğer önemli ve takip edilmesi gereken sonucu ise, Saray rejiminin tüm bu müdahaleci yaklaşımının, Türkiye’de olduğuna benzer bir şekilde KKTC özelinde de bir kutuplaşma yaratmış olması. Seçimlerin ikinci turuna katılan yüzde 67’nin, yüzde 48’inin Akıncı lehine oy vermiş olması, Ankara’nın KKTC iç siyasetine doğrudan müdahalesinden duyulan hoşnutsuzluğun ve Akıncı aleyhine Erdoğan’ın izlediği kutuplaştırıcı siyasetten rahatsızlığın bir ifadesi. Kuzey Kıbrıs sol ve sosyalistlerinin, “özgür iradenin” çiğnenmesi üzerinden şekillenen bu hoşnutsuzluğu nasıl bir politik hat ekseninde örgütleyeceği ise önümüzdeki dönem açısından belirleyici olabilecek unsurlardan. Tabii mesele Kıbrıs gibi, çözümsüzlüğü uluslararasılaştırılmış ve “özgür iradenin” çiğnenmesi kural haline getirilmiş bir konu olduğundan, öne çıkarılacak politikanın da bütünlüklü ve kapsayıcı olması gerekmekte. Bundan kastımız da salt Ankara’nın saldırgan tavrından öte, hem Yunanistan’ın, hem Türkiye’nin hem de emperyalizmin bölgesel çıkarları uğruna Kıbrıslı halkların kendi kaderlerini boyunduruk altında tutmasına karşı birleşik bir hattın örülebilmesi. Emperyalizmin bölgedeki askeri üslerinin kapatılması, Yunan ve Türk ordularının adadan çekilmeleri gibi talepler etrafından oluşturulabilecek bir birlik Kıbrıslı Rum ve Türk emekçilerin bağımsız ve birleşik Kıbrıs’ını inşa edebilmenin yegane temeli olacaktır. 

Yorumlar kapalıdır.