12 Eylül’ün 44. yılı: İşçiler anayasayı değiştirmeli

Saray rejimi bir kere daha anayasa tartışmasını Türkiye’nin gündemine taşımaya çalışıyor. Bu esnada ise Polonez, As Plastik ve Fernas işçileri sendikalaştıkları için işten atılıyor, MKB Rondo işçisi patron toplu sözleşme maddelerini kabul etmediği için greve çıkıyor. Hem Polonez hem de MKB Rondo patronu, ya sendika kırıcı ya da grev kırıcı işçilerle içeride üretimi sürdürmeye çalışıyor.

Patronlar, sendikalaştıkları için bir işçiyi işten atma hakkına sahip değiller. Ancak bunu hâlâ nasıl yapabiliyorlar? Saray rejimi neden mevcut anayasayı uygulamıyor? İşçilerin greve çıkması neden bu kadar zor ve patronların, işçiler grevdeyken nasıl oluyor da düşük düzeyde de olsa üretimi sürdürmeye hakları olabiliyor? Patronların, sendikalı işçilerin masaya getirdiği toplu sözleşme taleplerini reddetme hakkı nereden geliyor?

Saray rejimi altında anayasa defalarca kez değişti. Ancak bu anayasanın en az değişen kısımları 12 Eylül 1980 darbesinin getirdiği baskıcı düzenlemeler oldu. Saray rejimi işçi ve sendika düşmanlığı yaparken 12 Eylül askeri diktatörlüğünün getirdiği yasakçı ve baskıcı yasalara sadık kaldı.

Şimdi, bu darbenin 44. yıldönümünde, Saray rejimi bir kez daha yeni bir anayasa tartışmasını gündeme getiriyor. Hodri meydan: Haydi, yeni bir anayasayı tartışalım. Ancak öncelikle, 44. yıldönümü olan 12 Eylül darbesinin mevcut anayasada muhafaza edilen birtakım işçi düşmanı düzenlemelerine bakalım.

12 Eylül ile lokavt ve grev yasakları anayasaya girdi, hak grevi yasaklandı, sendikalara siyaset yasağı getirildi. Grev hakkını kullanmak zorlaştırıldı. 2,2 milyon sigortalı işçinin olduğu 1980 yılında 80 bin işçi greve çıkarken, ortalama 11 milyon sigortalı işçinin olduğu AKP döneminde ise yıllık ortalama greve çıkan işçi sayısı 6 binin altına geriledi. Türkiye tarihinde yapılan özelleştirmelerin yüzde 88’i, 12 Eylül anayasasına dayanan AKP döneminde yapıldı. 1978’de asgari ücret, kişi başına milli gelirin yüzde 3,4 üzerindeydi. Bugün ise bir hayli altında. 1978 ile 2005 arasında kişi başına verimlilik 100’den 236’ya yükselirken, kişi başına reel ücretler ise 100’den 98,6’ya geriledi: Yani sömürü derinleşti, katlandı. 1978’de asgari ücretin 7,5 katı olan kıdem tazminatı tavanı, 1982’de asgari ücret ile bağının koparılmasının ardından hızla düşmeye başladı. Bugün ise kıdem tavanı bir güldürü unsuru haline çevrildi.

Anayasayı yıllar içinde yamalı bohçaya çeviren Saray rejimi, işçinin sendikal haklarına, cebine ve mutfağına el uzatan 12 Eylül maddelerini büyük bir azimle korudu.

Yeni bir anayasa mı gerekiyor? Biz buna kesinlikle katılıyoruz. Ancak bu yeni anayasanın, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın baskı rejimini daha da tahakküm etmek için değil, başta 12 Eylül darbesinden kalan işçi ve sendika düşmanı maddeleri temizlemek için, işçilerin bütün demokratik ve sosyal haklarının tanınması için gerektiğini söylüyoruz.

İlk olarak, bir işçiyi sendikalaştığı için işten atan patronlara artık ciddi yaptırımlar uygulanmalı (bugünkü gibi bu politika kâğıt üzerinde kalmamalı, hayata geçirilmeli). Sendikalı olmanın tartışmaya açılamayacak olan bir hak olması sadece lafta kalmamalı. Grev yasaklamanın kendisi yasaklanmalı. İşçinin grev hakkı karmaşık koşullara bağlı olmamalı, iradesinin bir uzantısı olmalı. Sendikal yetki barajları yıkılmalı. Patronlara servet vergisi getirilmeli, vergi dilimleri işçilerin lehine düzenlenmeli, ücretler enflasyon oranında iyileştirilmeli. Ancak en önemlisi, bunların tümüne Tek Adam karar vermemeli; bu anayasa demokratik ve emekten yana olmalı.

12 Eylül’ün kara mirasını hatırladığımız bugünlerde, Tek Adam rejimine son vermek ve bu doğrultuda bağımsız ve egemen bir kurucu meclisin kurulması için tüm emek örgütlerinin birleşik mücadelesine duyulan ihtiyaç asli önemini korumayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.