Saray’ın vergi paketleri ve Kenya dersleri
Temmuzla birlikte Şimşek politikalarının estirdiği “kusursuz fırtına”yı emekçiler olarak bütün sonuçlarıyla birlikte görmeye başladık. Şimşek geçen sene bu zamanlarla patronlarla yaptığı bir görüşmede “Keşke yerel seçimler yarın olup bitseydi,” demiş ve patronlardan “sabır” dilemişti. Sabrın sonu selamet! Banka temsilcileriyle yaptığı toplantıda “Bu geçiş döneminde bütün kesimlerin fedakârlık yapması lazım,” diyen Şimşek, bütün faturayı bir kez daha emekçi halkın üzerine yıktı.
“Fedakârlık” adına asgari ücrete ve milyonlarca emeklinin maaşına zam yapılmazken, “Türkiye’de asgari ücret düşük değil” iddiasıyla, yeni zamlar ve vergi yükleriyle emekçi halkın boynundaki kemer her geçen gün daha fazla sıkılıyor.
Fedakârlıktan bahsedilirken ve ücretlilerin gelirlerinin neredeyse yarısından fazlası vergi ve sosyal güvenlik harcamalarına giderken, geçtiğimiz sene, Türkiye’nin en büyük firması Tüpraş yüzde 12, ikinci büyük firması binde 4 ve Arçelik yüzde 1,6 vergi ödedi. Tümü Koç Holding’e bağlı bu kurumlar bu sembolik vergileri öderken Saray’ın “beşli çeteleri” çoğunlukla hiç vergi ödemedi ve dahası 100 milyarlarca lira teşviklere boğuldu.
Bu tablo içerisinde Saray rejimi hazırladığı yeni vergi paketiyle karşımızda. Şimşek “Bizim tercihimiz vergilendirilmeyen alanlardan vergi almak, vatandaşımıza yeni bir vergi yükü getirmek değil,” dese de yukarıda saydığımız firmalara dönük yeni bir önlem gündemlerinde yer almıyor.
Geçtiğimiz yıl toplanan 4,5 trilyon liralık verginin yalnızca 1 trilyon 275 milyarı şirketler tarafından ödendi, ücretliler ise yaklaşık 2,5 trilyon vergi ödemişti. En büyük 500 şirketin faaliyet kârları 1 trilyon lirayı bulmuşken, bu yıl içerisinde patronlardan alınmayacak vergi ve teşvik toplamı 1,5 trilyon lirayı aşıyor. Daha fazla rakama gerek yok! Verginin nereden alınması gerektiği fazlasıyla açık. Temmuzda meclisten geçirmeye çalıştıkları yeni vergi paketinde ise, patronlara ve zenginlere dönük birkaç göstermelik adım dışında, asıl hedef yine ülkenin emekçileri ve yoksulları olacak.
Bununla birlikte bu tabloyu oldukça olumlu bulan ve iyimser olan kesimler de var. “Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Türkiye hem büyüme hem de yoksulluğun azaltılması açısından mükemmel bir performans sergiledi (…) GSYİH her 26 yılda bir dörde katlanıyor. Diğer taraftan yoksulluk oranı 2005’te yaklaşık %27 iken 2021’de %8’in altına düştü ve tahminlerimiz 2022 ve 2023’te daha da düşeceğini gösteriyor.” Bu pembe tabloyu çizen kişi, Dünya Bankası Türkiye Direktörü Humberto Lopez. İşte AKP’nin IMF’siz IMF politikası daha iyi özetlenemezdi!
Emekçi halk düşmanı bu politikanın yarattığı gerilim, Cumhur İttifakı üzerinde de yansımasını buluyor. Mayıs seçimlerindeki bıçak sırtı zaferinin ardından, mart seçimlerinde ağır darbe alan AKP-MHP ittifakı içinde, Sinan Ateş ve Bora Kaplan davaları üzerinden sert ve kirli pazarlıklar dönüyor. Yeni anayasa tartışması ve “yumuşama” söylemleriyle Erdoğan yönetimi, bir yandan da düzen muhalefetini pasifize etmeye ve yedeğinde tutmaya çalışıyor.
Peki, bu cendereden çıkış mümkün mü? Toplumsal öfkenin böylesine yüksek olduğu bu günlerde, bir yandan sembolik mitingler, diğer yandan erken seçim tartışmalarıyla CHP bir kez daha “majestelerinin muhalefeti” rolünü oynuyor. Sendika yönetimleri ise, “eleştirel açıklamaların” ötesine geçmemek için ellerinden gelen tüm çabayı ortaya koyuyor.
Bu cendereden çıkışın düzen muhalefetinde değil emekçi halkın elinde olduğunu Kenya’da yaşanan “vergi isyanı” bir kez daha göstermiş oldu. Türkiye gibi IMF politikalarıyla yönetilen ve tıpkı bizdeki gibi yeni bir vergi paketiyle yüzleşen Kenya’nın emekçi halkı sokaklara dökülerek, meclisi zapt ederek ve hayatı felç ederek sahneye çıktı ve hükümetin bu saldırı paketini geri çekmesini sağladı. Çözüm erken seçim yanılsamalarıyla bir kurtarıcı beklemek değil; sendikaları, emek örgütlerini birleşik bir mücadele planına zorlayarak, kendi kaderimizi kendi ellerimize almaktan geçiyor. İki, üç daha fazla Kenya!
Yorumlar kapalıdır.