Okur mektubu: “Irkçılığa karşı sesimizi yükseltmeliyiz”

Zırhlı Tren Gençlik Gazetesi’nin 6 Temmuz’da düzenlediği “Tırmandırılan göçmen düşmanlığı karşısında nasıl bir politika izlenmeli?” etkinliğinde okunan, Filistinli göçmen bir öğrencinin yazdığı mektubu okurlarımızla paylaşıyoruz. Göçmenlerin her gün maruz kaldıkları ırkçı şiddet vakalarına ışık tutan bu mektubun ırkçı saldırılara karşı ortak bir mücadele zeminine önayak olmasını umuyoruz.

Irkçı olayları azaltmak adına önemli bir adım olan bu etkinliği organize ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu etkinliğe davet edildiğimden beri, bu ırkçılıkla mücadele inisiyatifine nasıl katkıda bulunabileceğimi düşünüyorum. Eylül 2022’den beri Türkiye’de yaşayan ve Arapça konuşan bir insan olarak bu masada oturan pek çok insanla ortak korkular paylaşıyorum.

Benim ve arkadaşlarımın maruz kaldığı ırkçı olaylar yeni bir durum değil, yeni olan şey şiddetin seviyesi ve bu ırkçı bireylerin herhangi bir cezalandırılma ihtimalini düşünmeden (zaten böyle bir ihtimal olmadığı için), bağnazlıklarını uygulama konusunda hissettikleri dokunulmazlık. Zaman içerisinde kendimi korumak için nasıl görünmez olunacağını öğrendim. Eğer insan içinde telefonum aranırsa sadece İngilizce konuşmalıyım, kötü bakışlara maruz kalmamak için Arapça kelimeler kullanmaktan kaçınmalıyım.

Son zamanlarda giyim kuşamım bile değişti; eşarbımı sarış şeklim gibi küçük detaylar bile Türk kadınlarından ayırt edilmeme sebep olabilir. Dolayısıyla eşarbımı herkesin taktığı gibi takmaya başladım ve inanın bana, Türk kadınlarından ayırt edilemiyorum. Bu son olayların ardından korkumun arttığını inkâr edemem, öyle ki sokakta Arapça kitaplar taşımaktan ve telefonumda Arapça yazıların gözükmesinden bile sakınıyorum. Tüm bunları özellikle tek başımayken yapıyorum. Arkadaşlarımla beraberken gardımı indirsem de bir grup halinde bile azarlanıyor, ülkeyi mahvettiğimize ve pisliğe çevirdiğimize yönelik kötü ithamlara maruz kalıyoruz.

Tüm bunlara rağmen grup halinde olmak, tek başımayken hissedemediğim güvenlik hissine erişmemi sağlıyor. Yakın zamanda Fatih’teki Suriyelilerle röportaj yaptığım bir çalışma gerçekleştirdim ve yakında ülkeyi terk etmeyi planlayanlar hariç, neredeyse hepsi konuşmaktan korkuyorlardı. Yaşadıkları şeyler en hafif ifadesiyle korkunç ve yürek burkucu.

Güncel durumla ilgili epey düşündüm. Geçmiş sessizliğimizin sorunun bir parçası olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Muhalefet kampanyasını ırkçı bir retorik üzerine inşa ederken, bu gibi güvenli alanlar bile bu propagandaya karşı tamamen savaşmadı. Ana hedefin politik değişim olduğunu anlıyorum, ne var ki bu ırkçı propaganda kampanyasının sonuçlarının ve uzun erimli etkilerinin hafife alındığı aşikâr. Bana sorarsanız muhalefetin (2016 ABD seçimlerine benzer bir şekilde) oy oranlarını insanların korkularını devreye sokarak, kutuplaşmayı ve nefreti körükleyerek artırma çabası; insanlara arzuladıkları ve mevcut hükümet yoluyla erişemeyecekleri seçenekler sunsa da muhalefetin kuracağı olası hükümetin meşruiyetini ve liyakatini zedeliyor. Kampanyanın gücünü mültecilere karşı nefreti kışkırtmaktan almasını ve buna izin verilmiş olmasını hâlâ aklım almıyor. Irkçı propagandanın yayılmasını engellemek ve kışkırtıcı medyaya karşı orada, tam o zaman eyleme geçmek Türkiye toplumuna daha iyi hizmet ederdi. Mevcut olayların Türkiye toplumuna, bölgesel ve uluslararası konumuna yönelik yansımaları olumsuz olmuştur. Burada amacım eleştiri yapmak değil, yalnızca geçmiş hataları kabul etmek ve yalnızca semptomlara değil, temelde yatan sebeplere değinmek.

Bugün buradaki varlığımız hayati bir önemde, zira sizler biz ve Suriyelilerin -şiddeti kınamak için kendi başlarına eylem bile örgütleyemeyen- sesi olabilecek tek kanalsınız. Irkçılığa karşı sesinizi yükseltmeniz, eylemler örgütlemeniz, ırkçılık olaylarının kayda geçirilmesi ve uygun şekilde cezalandırılmasını sağlamak adına hukuki destek sağlamanız konusunda size güveniyoruz. Yapılabilecek önemli şeyler arasında şiddetten etkilenen mültecilere ve her bireye psikolojik, tıbbi ve sosyal destek sağlamak var. En önemlisi ise hükümete; toplumsal farkındalık kampanyalarını yürürlüğe sokması, toplumu eğitmesi ve önyargılarla mücadele etmesi için baskı uygulamamız gerekiyor.

Geç kalmış da olsak, yıllar süren dezenformasyona ve medya propagandasına karşı mücadele etmeliyiz. Dezenformasyona ve olumsuz önyargılara karşı mücadele etmek adına sosyal medya da kesinlikle kullanılabilir. Aynı zamanda mültecilerin deneyimlerini ve ihtiyaçlarını paylaşabilecekleri düzenli toplantılar da düzenlemeye çalışabiliriz. Beraber, herkes için daha güvenli ve daha kapsayıcı bir Türkiye yaratabiliriz. Beni davet ettiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Bugün gelemediğim için özür dilerim, inşallah bir sonraki toplantıda olacağım.

Yorumlar kapalıdır.