Kürt “toplumu” mu, Kürt yoksulu mu?

Hükümetin Kürtlere dönük “demokratik açılım” projesinin, bu hükümetin tıpkı öncüllerinin söylediği gibi bir “milli birlik, beraberlik” projesi haline gelmesinin üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Bu milli birlik teranesine bu topraklardaki halklar kadar maruz kalmış başka bir halk yoktur sanırız. Bahsedilen artık nasıl bir kardeşlik ya da birlikse, kardeşliğin bileşenlerinden birinin kendi istekleri, talepleri ya görmezden geliniyor ya da bundan bir şekilde her bahsettiğinde tehdide uğruyor.

Dağdakini ovaya indirmek için geliştirildiği söylenen açılım, ovada Kürt halkının temsilcisi olarak politika yapan insanların KCK operasyonu ile tutuklanmasıyla devam ediyordu. Hala dava sürmekte ve KCK operasyonları ile tutuklanan temsilciler hala tutuklu durumdalar.

Referandumun ardından, bölgede 12 Eylül darbesi ve Diyarbakır işkencecileri ile hesaplaşacağı dalgasına yaslanmaya çalışan AKP, ilk kez bölgede ordu ve işbirlikçi Kürt burjuvazisine yaslanarak bir alternatif olmaya çalışıyordu. Tevekkeli, seçim sonrası AKP’nin kendisinin rejim açısından vazgeçilmez olduğunu ispata girişmesi ve yine her seferinde de bölgede BDP’yi geriletecek tek Türkiye partisi olduğunu ispata girişmesi bundandır.

Bu senaryonun karşısında ise uzun yıllardır sürekli bir seferberlik halinde olan yığınların ve özellikle Kürt yığınlarının hareketi var. Hükümetin ya da ordunun bölge için uygulamaya çalıştığı her manevrası, Kürt halkının seferberliğine çarparak parçalanıyor. Bu nedenle, kitlesel bir seferberlik koşullarını sağlayacak her hareketten kaçınmaya çalışıyor rejimin bütün bileşenleri. Açılımın, Kandil’den gelen Barış grubuna destek olmak için seferber olan Kürt halkının kitlesel seferberliğinin ardından en uzun durağını vermesi de tam da bu açıdan manidar oldu.

Bu nedenle kılıçların karşılıklı olarak çekildiği durumlarda Cumhurbaşkanı bölgeyi ziyaret ederek, yeni bir iyimserlik dalgası yaratmaya çalışıyor.

Afrika ve diğer Ortadoğu devrimlerinin Kürt hareketinde uyandırdığı güvene de bakınca, bu sürecin belli benzerlikler taşıyabileceği riski bile rejim açısından oldukça tehlike arz ediyor.

Bütün bunların yanında sürece bir ateşkes ile katkı sunacağını düşünen Kürt halk hareketi, sürecin yeni bir yok etme planı olduğunu tespit ederek açılımın bir şekilde devam etmesini talep etmeye başladı.

Bu nedenle “barış” için atılan her adımın değerli olduğu tespiti ile Mart başında sonlanan ateşkes sürecini 21 Mart’a kadar uzatmış durumda. Bu durum hükümeti, aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık ikileminde, zora sokmaya devam ediyor. Beylik laflarla başlatılan açılım sürecinin büyük oranda fos çıkarak, sadece taş atan çocuklara kısmi af sürecine dönüşmesi ve rejim açısından “sinir noktalarında” hükümetin öncülleri ile aynı refleks ile cevval birer Türk milliyetçisi gibi davranmaları ise, geniş Kürt yığınları nezdinde hükümete açılan kredinin hızla tükenmesine de yol açmış durumda.

Dolayısıyla zaman geçtikçe Cumhurbaşkanı’nın, tarihi bir fırsat oluştu, diyerek başlattığı sürecin, aslında Kuzey Irak’ta ve Ortadoğu’da oluşan yeni egemenlik ilişkileri açısından, kendi içindeki problemi bir demokratik gericilik manevrası ile bir şekilde hal yoluna sokmaya çalıştığı, gün geçtikçe daha da açığa çıkmaktadır.

Geçen sayılarımızda da bahsettik, bu süreçte aynı zamanda Kürt hareketi cephesinde merkezde yeralan ve çıkarları gereği GAP vb. gibi girişimlerle ve aynı zamanda batı illeri ile birtakım ticari ilişkiler yaşayan Kürt burjuvazisi ve egemenlik odakları ile yoksulların siyasi tercihleri giderek ayrışıyor.

Bölgede “Diyarbakır evimizdir” diyen TÜSİAD ile dirsek temasında olan ve Kuzey Irak ihalelerinde tuttuğu yer itibari ile de yavaşça palazlanmaya çalışan, bölgedeki ucuz işgücüne yaslanan Kürt burjuvalarının, ticari işlemler üzerinde devletin engelleyici rolünün kaldırılmasını öneren odakları aynı siyasi saflarda birleşiyor. Bölgede yapılacak yatırımların Kürt meselesinin çözümünü sağlayacağına inanan ekonomist yaklaşım, en fazla bu kesimlerin dilinde ifade buluyor. Diyarbakır evinde, oturma odasında kendi egemenleri ile aynı sofraya oturacağı umuduyla, bölgede asgari birtakım kültürel hakların tanınması ve bununla birlikte kendilerinin muhtemel ortağı olacağı yeni yatırımların destekleyicisi durumuna geliyorlar. AKP’nin bölgede milletvekillerinden belediye başkanlarına kadar hemen hemen bütün adaylarını Kürt burjuvalarının arasından seçmesi, bu politikaların kimlere yaslanacağını göstermesi açısından oldukça manidar.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere paralel olarak bölgede hızlanmaya başlayan devrimci özgüvenin özellikle Kürt yoksullarında yarattığı dönüşümün, ulusal hareket açısından giderek artan bir sınıf çatışmasını yaratacağını ve aynı zamanda bu sürecin belirli anlamlarda kongrelerde ve öz savunma birliklerinde somutlaşan bir tür ikili iktidar kurumlarını yaratacağı görülüyor.

Önümüzde yer alan seçim döneminde de, yukarda bahsettiğimiz ayrımların daha da keskinleşeceği bir dönemin yaşanacağını tespit etmek çok da zor görünmüyor.

Yorumlar kapalıdır.