12 Eylül’e karşı mücadelemiz bitmedi

12 Eylül askeri darbesi, kuşkusuz, bu toplumun emekçi kitleleri nezdinde politik, ekonomik ve toplumsal bir kırılmadır. Darbeyi, yalnızca faşizan bir askeri yönetimin toplumsal muhalefeti fiziksel olarak imha etmesini değil; neoliberal ekonomik yapılanmanın temellerinin atıldığı, işçi sınıfı örgütlülüğünün tasfiye edildiği, bir kuşağın zihinsel kodlarına biat ve korku tohumunun ekildiği politik bir karşı devrimci eylem olarak kavramak gerekir.

Elbette ki bütün bunlar, Troçki’nin deyimiyle, “Ulusun hakemi rolündeki kılıçtan bir hükümet” vasıtasıyla, önce 12 Eylül Anayasası ile ceberut rejimin MGK, YÖK gibi baskı aygıtlarıyla sağlaşmasını sağlayarak, ardından 24 Ocak kararları ile emperyalizmle bağların güçlendirilerek neoliberal programın hayata geçirilmesi ile mümkün olmuştur. İşçi sınıfı örgütlerinin parçalanması, sendikaların kapatılması, örgütlenmenin yasaklanması ile sermaye düzeninin sömürü çarklarının daha güçlü çalışması sağlanmıştır. 12 Eylül darbesi, bu arka plan görülmeden anlaşılamaz.

Darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiştir. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 110 bin kişi zorunlu siyasi göçmen olmak durumunda kalmış, 23 bin 700 dernek kapatılmış, işkencelerde 171 kişi öldürülmüştür. 517 kişiye idam cezası verilip, 50’si infaz edilmiştir. 1980 yılında 5 milyon 721 bin olan sendikalı sayısı, 1985’te 1 milyon 711 bine; işçi ücretleriyse 1979’da günlük 8,4 dolarken 1985’de 4 dolara düşmüştür. Yani 12 Eylül ideolojisinin varlığını sürdürdüğünü, bugünün ucuz, örgütsüz, güvencesiz çalışma düzenine bakarak anlayabiliriz.

12 Eylül Referandumu: Takviye mi, tasfiye mi?

Geçen yıl yapılan Referandumla 12 Eylül gününü “iade-i itibar” günü ilan eden Başbakan, darbeyle hesaplaşma adına kitleleri “evet” demeye çağırmıştı. Bizse, İşçi Cephesi gazetesinde; “Reforme edilmiş yeni anayasa girişimleri esas olarak 12 Eylül ruhunun ve Bonapartizm’in cilalanarak yeniden meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımayacaktır” diyerek, bu makyaja “hayır!” demiştik. Baskı ve şiddet rejiminin ancak kitlelerin seferberliğiyle demokratik dönüşüme uğrayacağını; Paket’in geçmesi takdirinde de, işçi ve emekçilerin, muhalif kesimlerin rejimin etkisi altına alarak, onları demokratik hak ve özgürlükler için seferber etmek, rejimin demokratik dönüşümünü gerçekleştirmek önünde engel olacağını belirtmiştik.

Nitekim, “Vesayeti kaldırdık” diyen AKP’nin anayasa makyajı, referandumdan kısa bir süre sonra akmaya başladı. “Evet” diyerek, asker-polis rejimimin tasfiye edildiğini ya da iyimser bir deyişle 12 Eylül ruhunda gedikler açıldığını iddia edenlere şu son bir yıla dikkatlice bakmalarını tavsiye ediyoruz.

Geçen bir yılda, Kürt Halkının mücadelesi güçlü bir biçimde tasfiye edilmeye devam ederken, siyasi-demokratik hakların gaspı seçimlerde YSK’nin Blok adaylarını iptalinde gerçek anlamına ulaştı. KCK davasından binlerce Kürt muhalif gözaltına alındı. Seçimlerden önce gözaltına alınanların sayısı 3 bini aştı. Bugünse, Hükümet İran ile işbirliği yaparak operasyonları sürdürüyor.

Yine seçim öncesi Hopa olaylarında bir emekçinin ölümüne sebep olanlar, çok sayıda sosyalisti gözaltına aldı, darp etti. Basın üzerindeki baskılar devam etti. Ahmet Şık, Nedim Şener ve birçok gazeteci tutuklandı. Ayrıca işçi sınıfı örgütlerin yetkisizleştirildiği, kıdem tazminatının kaldırılmasının konuşulduğu bir ortamda sınıf cephesinde de olumlu bir gelişme yaşandığını söyleyemeyeceğiz. Benzer şekilde kadın erkek eşitliğinde önemli bir ilerleme olarak kayda geçen söz konusu referandum maddesi; kadınlar açısından hayırlı bir gelişme sağlayamadı. Aksine her gün onlarca kadının öldürülmesini, hükümetin somut bir adım atmadığını görerek, kaygı ve öfkeyle izliyoruz.

Gerçek bir tasfiye için!

Tekrara kaçmak pahasına, 12 Eylül darbesi; Anayasası ve kurumlarıyla, yarattığı baskı ideolojisyle, bizatihi asker- polis rejiminin özünde varlığını koruyor. Darbeyle hesaplaşmak, ceberut devletin anti-demokratik yapısıyla gerçek anlamda yüzleşmeyi ve onu çöpe yollamayı gerektirir. Bu ise tarihten bugüne, Arap Devrimleri’nde şahit olduğumuz üzere, muktedirlerin ‘bahşedeceği’ bir yolla mümkün değildir. Demokrasi, her durum ve şartta temsil ettiği sınıfın çıkarları ile anlamına kavuşur. 12 Eylül’ün ezdiği kitlelerin çıkarları, baskı ve şiddetten devrimci kopuşu hedefleyenlerin inşa edeceği demokraside ifadesini bulur.

Yorumlar kapalıdır.