Emekçi halklar kardeştir!
AKP hükümetinin Kürt siyasi hareketi ve müttefikleri üzerindeki baskı ve yıldırma politikaları devam ediyor. Bu baskılar güncel olarak 12 Haziran genel seçimleri öncesinde başladı. Seçimlerin ardından da artarak devam etti.
AKP hükümeti baskıların temel gerekçesini PKK ile ilişkili olmak ve/veya gereken mesafeyi araya koymamak olarak ilan ediyor. Zaten KCK bahanesiyle sayısı binlerle ifade edilen kovuşturma ve tutuklamaların da temel gerekçesi buydu. İçlerinde seçilmiş belediye başkanlarının da olduğu Kürt siyasetçilere yönelik bu baskı ve tutuklamaların da halen ve artarak devam ettiğini belirtmek gerekir.
İşte BDP, bağımsızlarla katıldığı seçimlerde bu koşullar altında 36 milletvekili çıkardı. Hatip Dicle’nin vekilliği kabul edilemez şekilde düşürüldü. Sayı 35’e indi. Seçilmiş beş milletvekili de KCK davasından tutuklu olmalarına rağmen bırakılmadı. BDP-Blok, bu şartlar altında milletvekili yemini etmenin anlamsız olduğu söyleyerek boykot tutumu aldı ve yemin törenine katılmadı.
Süreç birbirini tetikleyen her bir yeni olayla daha da sertleşti. AKP hükümeti bu durumu Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskıyı arttırmanın bir aracı haline getirdi. Askeri ve siyasi operasyonların artmasına PKK’nin de savaşı yükseltmesi eşlik ettiği oranda çatışmalarda daha fazla can kaybı yaşanmaya başladı.
Abdullah Öcalan’ın da, “Artık ben devrede değilim. Devlet de PKK de beni kullanıyor” demesi “pekiyi, muhatap kim?” meselesini doğurdu.
Tırmanan gerilim, çatışmaların artması, içerde seslerin yükselmesi sonucunda büyük bir hava operasyonuna dönüştü. Kandil’i bombalayan uçaklar ve uzun menzilli toplar, PKK kamplarına tonlarca bomba attı.
Mevcut süreç ırkçılık ve şovenizmi her geçen gün körüklüyor. İşçi ve emekçileri çalıştıkları işyerlerinde, oturdukları mahallelerde Türk- Kürt çatışmasına maruz bırakıyor. Savaşlar özgürlük alanlarımızı kısıtladığı gibi ekmeğimizi de küçültüyor.
Anneler bir kez daha barış çığlıkları atıyor. Yürekler yine, bir kez daha yanıyor. Kürt ya da Türk, ölenler bu ülkenin çocukları…
Bir inat uğruna ölüyoruz. Savaş baronlarının çocukları ölmüyor. Yoksul halkların çocukları ölüyor. İşçi Mehmet’ in oğlu, memur Ayşe bacının bakmaya kıyamadığı evladı ya da yoksul köylümüzün kızları… Kısacası hep bizler -sömürülen ve ezilenler- ölüyoruz.
Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesi en tabii hakkıdır. Kürtler ana dilde eğitim hakkına sahip olmalıdır. Başkalarının bahşetmesi ile değil en temel insani hakları olduğu için…
Türk ve Kürt işçi sınıfı ve bütün halklar ile el ele vererek savaş baronlarının bizleri birbirimize kırdırmasına müsaade etmemeliyiz. Sınıf dayanışmasını esas alarak çalıştığımız fabrikalarda, atölyelerde Kürt- Türk ayırt etmeden saflarımızı sıklaştırarak emek ekseninde mücadelemizi yükseltmeli, ırkçı, milliyetçi, şoven duygulardan arınarak bu savaşın tırmanmasını engellemeliyiz. Çünkü bizim birbirimizle alıp veremediğimiz hiçbir şey yok.
Askeri ve siyasi operasyonlar acilen durdurulmalıdır! Kürt siyasetinin üzerindeki baskılara, tutuklamalara son verilmeli, tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılmalıdır! Halkların kardeşliği, işçi sınıfının birliği temelindeki politika tüm Türkiye’yi kapsamalıdır. Emekçi halklar kardeştir…
Yorumlar kapalıdır.