Kaddafi Trablus’u kaybetti; sıra Esad, Salih ve diğerlerinde!
Libya’da 42 yıl süren Kaddafi diktatörlüğü, 6 aylık bir iç savaşın ardından tarihe gömüldü. Öncelikle, bu kanlı rejimin silahlanan Libya halkı tarafından yıkılışı, Libya halkı ve Arap devrimci süreci adına bir zaferdir ve Arap devrimci süreci adına ileri doğru atılmış bir adım anlamına gelmektedir. Ne var ki, NATO güçlerinin gelişmelere müdahalesi ve Ulusal Geçiş Konseyi üzerindeki kontrolü, isyan hareketinin eski rejimi topyekûn imha etmesi ve devrimi nihai zafere ulaştırması adına aşması gereken temel bir engele dönüşmüş durumdadır.
Libya’da halk isyanı, Tunus ve Mısır devrimlerinin ardından Şubat ayında başladı. İlk etapta, Tunus ve Mısır’daki gibi kitlesel ve barışçıl gösteriler düzenleyen Libya halkına karşı, Kaddafi’nin kitlesel kıyımlara başlaması ve iç savaş yöntemlerini hayata geçirmesiyle, barışçıl gösteriler bir anda silahlı ayaklanmaya dönüştü. Emperyalizmin ilk etaptaki tutumu, 90’lı yıllardan itibaren emperyalizmle ilişkilerini onarmaya başlayan ve 2000’li yıllardan itibaren emperyalizmin sadık bir müttefiki haline gelen Kaddafi’nin yanında yer almak oldu. Bu nedenle, Kaddafi’nin devrimi hırpalaması ve direnişçiler arasında emperyalizme sadık, burjuva bir önderliğin oluşması için, uzun bir süre suskunluklarını korudular. Ama Devrimin Mağrip ve Ortadoğu coğrafyasında giderek yaygınlaşması ve Kaddafi’nin ülkedeki çıkarlarını koruma kapasitesini artık yitirdiğini anladıkları anda ise, sürece doğrudan müdahale ettiler. Bu bağlamda, 17 Şubat’ta Kaddafi’nin başlattığı katliamlarla 18 Mart’ta başlayan NATO saldırıları, karşıdevrim madalyonunun iki yüzünü oluşturdu.
Kaddafi’nin yıkılmasının ardından, Libya Devrimi’nin kaderini tayin edecek olanlar silahlı milislerdir. Libya’da Kaddafi’nin ardından gerçekte iktidarı ellerinde bulunduran, Ulusal Geçiş Konseyi değil, silahlı milislerin komiteleridir. Libya’da devrimin ilerlemesi veya gerilemesi, bu komitelerin alacağı politik tutumlara bağlıdır. Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) ise, emperyalizme sadık, burjuva sektörlerin oluşturduğu bir aygıttır. UGK’nin hedefi, devrimci sürece son verebilmek amacıyla, bir senelik bir süreç içinde yeni bir anayasanın kabulü ve seçimlerin ardından devrimi gerçekleştiren silahlı milislerin komitelerinin dağıtılması ve milislerin silahsızlandırılması olacaktır. UGK, Libya’da yeni burjuva düzene “düzenli geçişi” ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. Bu nedenle biz sosyalist devrimciler açısından Libya’da silahlı milislerin ve Halk komitelerinin savunusu, Bu organizmalara karşı sorumlu olacak bir hükümetin kuruluşu, derhal bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis’in oluşturulması, emperyalist müdahalenin son bulması, Libya Devrimi’nin ilerlemesi açısından en acil talepleridir.
Uyguladığı iç savaş yöntemleriyle diğer diktatörlere de örnek teşkil eden ve Arap Devrimi’nin önüne ateşten bir duvar örmeye çalışan Kaddafi’nin yıkılması, Arap Devrimi’nin önündeki önemli bir engelin kalkmasına neden olmuştur. Esad’ın, Salih’in ve diğer diktatörlerin Kaddafi’nin çöküşünü endişeyle izlediği bilinmektedir. Son aylarda Arap Devrimi’nin kilit bölgesi haline gelen Suriye’de ise Beşar Esad, Kaddafi’den ilham alarak, devrim karşısında kitlesel kıyım ve iç savaş metotlarını hayata geçirmektedir.
Suriye’deki devrimci süreç, inişler ve çıkışlarla birlikte beşinci ayını geride bırakmış durumda. İlk etapta rejimden demokratik reformlar talep eden ve Esad’ı doğrudan hedef almayan kitleler, barışçıl gösterilerin üzerine ateş açılmasıyla tutumunu değiştirdi ve temel talep Esad’ın gitmesi ve Esad rejiminin yıkılmasına dönüştü.
Esad diktatörlüğü seferber olan kitleler üzerinde ağır bir devlet terörü uygularken, bir yandan da rejimde demokratik reformlar yapıldığı ve yapılacağı yanılsaması yaratmaya çalışmakta. Olağanüstü Hal Yasası’nı kaldırması, ülkenin yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan Kürtlere vatandaşlık hakkını (nihayet!) tanıması, çok partili yaşam ve basın özgürlüğüne dair yasaların çıkartılması, bu çerçevede gerçekleştirilen uygulamalardı. İronik olansa, ilan edilen her “reform”un ardından, sokaklarda gerçekleştirilen katliamların daha da artmasıydı.
Suriye’de devrim sürecinin başlamasının ardından, üç binden fazla insanın katledildiği ve binlerce insanın kaybolduğu veya gözaltında olduğu tahmin ediliyor. Gerçekleştirilen katliamlarsa, kitlelerin kararlığını artırması ve korku eşiğini yitirmelerinden başka sonuç vermiş değil. Öte yandan emperyalizmin Suriye’deki tutumu, Arap Devrimi sürecinde aldığı pozisyonlarla tutarlı bir biçimde, öncelikle devrim karşısında Esad’ın yanında yer almak oldu. Emperyalizm, İsrail ve Türkiye gibi bölgenin “güçlü” ülkelerini de yanına alarak, demokratik bir devrim tehlikesi karşısında, yaşadıkları göreli çatışmalara karşın, ülkesinde neoliberal süreci kararlılıkla sürdüren ve emperyalizmle ilişkilerini onarmaya çalışan Esad’ı tercih etmekteydiler. Fakat, Esad’ın süreci yürütme kapasitesini yitirdiğine ikna olduktan sonra ve ülke kamuoyları karşısında, Libya müdahalesindeki söylemleriyle tamamen tutarsızlığa düşmemek amacıyla, Esad’a çekilme çağrısı yapmaya ve Suriye üzerindeki ekonomik ve siyasi yaptırımları artırmaya başladılar.
Bu süreçte ekonomik problemlerle boğuşan ve yeni bir cephe açmaya gönülsüz durumdaki ABD, Suriye’deki “düzenli geçiş”in koordinasyonunda Türkiye’ye önemli görev yükledi. Devrim sürecinin öncesinde Erdoğan’ın “kardeşim” diye hitap ettiği ve AKP hükümetinin yakın müttefiki Esad’a hükümet, bir yandan “demokratik reform”ların yararları konusunda vaaz verirken, bir yandan Suriyeli muhaliflere ev sahipliği yaparak, Suriyeli mültecilere kapılarını ardına kadar açarak, Esad rejimini sıkıştırmaya çalıştı. Gelinen noktada ise, Suriye’deki ekonomik yatırımlarının geleceğinden endişelenen ve özellikle Kürt meselesi bağlamında kendisini yakındıran ilgilendiren Suriye Devrimi’ne yönelik olarak Türkiye hükümeti, bir yandan Esad’a “son uyarıları”nı yaparken, diğer yandan, emperyalizme sadık, burjuva bir muhalefetin inşasıyla meşgul olmakta.
Emperyalizmin mevcut kriz durumu ve Arap ve Filistin halkları arasında doğuracağı tepkiler göz önünde bulundurulduğunda, her ne kadar Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale ihtimali zayıf görünse de, Libya’daki süreci kendi hanesine olumlu bir bilanço olarak yansıtmaya çalışan emperyalistlerin Suriye’ye yönelik olası bir askeri müdahalesine, UBK olarak tümüyle karşıyız. Tüm işçi ve halk örgütlerini emperyalizmin Suriye’ye yönelik herhangi bir müdahalesine karşı ve Suriye halkını Esad’ın Bonapartist diktatörlüğüne karşı mücadelesinde desteklemeye çağırıyoruz. Suriye’nin geleceğini yalnızca Suriye halkının kendisi tayin edebilir.
Suriye Devrimi’nin mevcut durumunda görünen en büyük zaaf, işçilerin ve emekçilerin sokak seferberliklerine aktif olarak katılmasına rağmen, rejime karşı örgütlü bir sınıf muhalefeti geliştirmekten henüz uzak olmaları. Tunus ve Mısır’da diktatörlüklerin yıkılışında kitlesel seferberliklerin yanı sıra, belirleyici etmenin işçi sınıfının yaygın politik grevlere girişmesi olduğunu, diktatörlerin ancak bu genel grevlerin ardından yıkıldığının altını çizmek isteriz. Öte yandan, Arap Devrimi sürecinin bütünü için söylenebilecek devrimci önderlik eksikliği, bütün bir sürece damgasını vurmaktadır. Demokratik devrim taleplerinin mantıki sonuçlarına ulaştırılması, taleplerin “demokratik aşamada” sınırlı kalmayarak, ekonomik ve sosyal önlemlerle bir sürekli devrim sürecine dönüşmesi, kurulan özyönetim organlarının iktidar organları haline dönüştürülmesi, ancak kitlesel devrimci işçi partileriyle gerçekleştirilebilir. Bütün enternasyonalistlerin ve devrimcilerin acil görevi, Arap devrimlerinde böylesi partilerinin inşasına yardımcı olmaktır.
Yorumlar kapalıdır.