ETA artık “Silahsız Reformist”

ETA (Euskadi ta Askatasuna – Bask Ülkesi ve Özgürlük) Mart 2006’da onuncu “sürekli ateşkesini” ilan ettiğinde, Avrupa kıtasının bu belki de sonuncu silahlı örgütünün “silahlı reformizmden” silahsız olanına geçmeye hazırlandığını belirtmiştik (“Bask Ülkesinde Hangi Sonun Başlangıcı?”; bak.: http://bianet.org/bianet/bianet/77135-bask-ulkesinde-hangi-sonun-baslangici). Bu bir kehanet değil, olguları ve olayları izleyen her aklı başında devrimci Marksistin görebileceği bir gelişmeydi. Nitekim örgüt bu yıl 20 Ekim’de yayımladığı bir deklarasyonla “silahlı faaliyetine nihai olarak son verdiğini” duyurdu. ETA’nın bu noktaya nasıl geldiğini yukarıda andığımız makalede anlattığımızdan burada tekrar ele almayacağız. Sadece Mart 2006 ateşkesi sonrasında ETA ile hükümet arasında gerçekleştirilen görüşmelerin ETA açısından bir sonuç vermediğini; çatışmasızlık halinin 30 Aralık’ta örgütün Barajas (Madrid) havalimanı otoparkına bomba koymasıyla (iki göçmen işçinin ölümüyle sonuçlanmıştı) bozulduğunu ve bunu Sosyalist hükümetin başlattığı şiddetli bir baskı, takip ve tutuklama kampanyasının izlediğini belirtmekle yetinelim. Aradan geçen beş yıl içinde ETA ardı ardına darbeler aldı ve her seferinde yenilediği önderliğini İspanyol ve Fransız hükümetlerine kaptırmaktan kurtulamadı.

Kuşkusuz ETA’nın aldığı fiziki darbeler örgütün zayıflamasında etkili oldu. Hatta hükümet ve tüm diğer resmi yetkililer (burjuva muhalefet dâhil) örgütün bu kararını “güvenlik güçleri ile adaletin kesintisiz çalışmasına” bağladılar. Aynı çevreler ETA’nın en fazla 50 dolayında aktif militana sahip olduğunu ve yeni militan kaydetmekte büyük zorluklarla karşılaştığını iddia ediyorlar. Ama bu iddiaları ile Bask ülkesindeki politik gerçeklik arasındaki çelişkiyi açıklamıyorlar: ETA bu denli zayıflamışsa, “ETA’nın uzantısı” olduğunu iddia ettikleri Yurtsever Sol’un (Izquierda Abertzale) 22 Mayıs’ta düzenlenen yerel seçimlerde Bask bölgesinde ikinci parti haline gelmesini, onlarca belediyeye yüzlerce temsilci sokmasını ve hatta bölgenin başkentinin (San Sebastian) belediye başkanlığını kazanmasını nasıl izah etmeli? Ya da İspanya’nın uzak yerlerine dağıtılmış haldeki Basklı mahkûmların Bask ülkesine getirilmesi talebiyle yüz binlerin sokaklara çıkabilme gücünü?

İspanyol hükümetinin görmezlikten geldiği asıl sorun, Basklı kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini korumakta olduğu. Hükümet ve burjuvazi, ETA’nın silahlı şiddeti ile kitlelerin haklı taleplerini özdeşleştirerek Bask halkını İspanya’nın bütününden koparmak, tecrit etmek ve taleplerini “kabul edilemez terörist istemler” düzeyine düşürmek için tüm propaganda araçlarını kullanıyorlar. Sürekli olarak ETA’nın öldürdüğü 800’ün üzerindeki kişiden “mağdurlar” olarak söz ediyorlar, ama İspanya devletinin katlettiği binlerce Basklıya değinmiyorlar bile. Bütün bu kan gölüne karşın Basklı emekçiler seferberliklerini sürdürüyorlar. O halde ETA neden teslim bayrağını çekmeye başlamış durumda?

Çünkü Basklı emekçiler, seferberlikleri ile ETA’nın bireysel şiddete dayalı yöntemlerini birbirinden ayırdıklarını seçimlerde, sendikal mücadelelerde, kitle gösterilerinde, vb. dirençli bir biçimde gösteriyorlar. Dolayısıyla, ETA’nın zayıflayıp dağılmanın eşiğine gelmesinin asıl nedeni devlet güçlerinin polisiye ve adli operasyonları değil, örgütün bizzat kendisinin her geçen gün biraz daha fazla kitlelerden ve kitle mücadelelerinden kopması, uzaklaşması. Hükümet bu olguyu sağdan bir yorumla, “toplumun ETA’yı tecrit etmesi” olarak yorumluyor. Bu yarı doğru bir yorum ve her yarım doğru gibi bütünü açısından yanlış; zira kitlelerin ETA’dan uzaklaşması hiçbir şekilde onların İspanyol burjuvazisinin “tek bayrak, tek ulus, tek dil” iddiasına yaklaştıkları anlamına gelmiyor. Tam tersine, ETA’nın emekçileri bölücü stratejisini aştıkları oranda İspanyol monarşisi için daha büyük bir tehlike oluşturmaya başlıyorlar.

Bu durum elbette Yurtsever hareketin önderliğine de yansıyor. Nitekim başta Daniel Otegi olmak üzere pek çok kıdemli Ulusal Mücadele önderi ETA ve onun silahlı kent gerillası stratejisinden koptuklarını açıkça ilan etmiş durumdalar. Bu önderlerin örgüt üzerindeki politik-ideolojik baskısının da, ETA’nın artık neredeyse içi boşalmış durumdaki önderliğinin “silahlara veda, politikaya selam” kararı almasında büyük etkisi oldu. Ama tam burada yeni ve belki de daha büyük bir tehlike beliriyor: Yurtsever hareketin kitle mücadelelerini, “demokratik aygıtlar” diye tanımladıkları burjuva kurumların içine hapsetmesi tehlikesi. Yurtsever ulusalcı sol, kitle çizgili mücadeleyi seçim yarışına, burjuva demokratik kurumlar içinde temsil edilme çabasına, parlamenter manevralara, vb. indirgedikçe, seferberliklerin enerjisinin boşalması ve emekçilerin ulusal, demokratik ve toplumsal taleplerinin her seferinde biraz daha geri çekilmesi kaçınılmaz hale gelecek. Gerçekten de, ETA’nın ve Yurtsever hareketin “demokratik politika” doğrultusunda attıkları her adıma, savunulan taleplerin içeriğinde, biçiminde ve sayısında bir düşüş eşlik etmekte. Özetle, bir zamanların silahlı devrimcileri, önce silahlı reformist çizgiye çekilmişlerdi, şimdi de silahları bırakarak klasik reformizme sığınmış durumdalar.

ETA’nın bireysel şiddet stratejisine son vermesi, kitle mücadeleleri açısından olumlu bir adım. Çünkü bu strateji, hele onun ulusal amaçlarla uygulanması, emekçi hareketin bölünmesine yol açmış ve merkezi hükümetin baskılarını meşrulaştırabilmesine neden olmuştu. Ama bu dönüşün burjuva kurumsallığının, yani monarşik İspanya anayasasının kabulü temelinde gerçekleşmesi, ETA’nın da dâhil olduğu yurtsever ulusalcı sol akımın reformizm doğrultusunda yeni bir adım atması anlamına geliyor. Dolayısıyla Basklı emekçilerin önüne eski bir sorun yeniden, ama bu kez daha büyük bir acillikle dikiliyor: devrimci proleter yeni bir önderliğin inşası.

Yorumlar kapalıdır.