Kadın cinayetlerine karşı örgütlü mücadele!
Kadınların sıkıca takip ettiği ve kamuoyuna duyurdukları davalar hiçbir cezai indirim yapılmadan ağırlaştırılmış müebbet cezası ile sonuçlandı. Yani kadınların örgütlü bir biçimde birlikteliği hayati önemde!
Kadın cinayetleri, yakın zamana kadar gazetelerin “üçüncü sayfa malzemesi” olan münferit ve adli vakalar olarak anılıyordu. Fakat cinayetlerin sistematik bir biçimde artmasının yanında kadınların tepkilerini daha güçlü bir biçimde ortaya koymaları; bu konuya daha farklı bir görünürlük kazandırdı. Birden, herkes ne kadar duyarlı olduğunu gösterme yarışına girdi. Kadın erkeğin eşit olmadığını söyleyen Başbakan’ın partisi bir dizi panel düzenlemeye başladı, 25 Kasım’da Taksim’de ‘kadına yönelik şiddete hayır’ standı açtı. İki sene önce aynı alanda kadınların yürümesine bile izin verilmemişken… Medya ise, haberleri artık birinci sayfadan vermeye başladı, tiraj kaygısıyla birleşen pornografik bir dil ve teşhirci bir anlayışla.
Konunun çarpık bir biçimde de olsa dizilerde, haberlerde ele alınıyor olması kadınların bilinç kazanması açısından önemli fakat meselenin bu kadar kadın katledildikten sonra başta hükümet tarafından sahiplenilmesi, üstelik yasal bir düzenleme ya da ciddi koruma önlemleri almadan, ne kadar samimi bunu sorgulamak gerekiyor.
Krizin, neoliberal politikaların toplu bir yoksullaşma ve yoksunlaşma yarattığı, bunun da toplum üzerinde sosyal bir yıkıma yol açtığı ortada. Krizin faturasını patronlar nasıl ki işçilerden çıkarmaya yelteniyorsa, erkekler de kaybettikleri ayrıcalıklarını üzerinde denetim sahibi oldukları kadınlara yönelterek kazanmak derdinde. Şiddetin, cinayetlerin bu denli artışının temel sebebi ise, kadınların bu tahakküme karşı direnmeye başlamaları, kadın dayanışmasından ve bu görünürlükten etkilenip itiraz etmeleri… Erkeklerse, kadınların ‘hayır!’ deyişlerine öldürerek cevap vermeye devam ediyor.
Kamuoyunda gelişen ve hükümetin kayıtsız kalamadığı bu duyarlılığı yaratansa yine kadınların mücadelesi oldu. Kadınların yasal haklarını aramaya yöneldiği, eylemliliklerini ve dayanışmayı arttırdığı, erkek tahakkümüne daha güçlü bir biçimde itiraz etmeye başlamaları hükümeti zorlayan bir etmen oldu. Geçen sene kadınların 25 Kasım’da meclise gitmesi, ardından Sebahat Tuncel aracılığıyla sunulan kanun teklifi, takip edilen davalar, örgütlenen eylemlerle kadınlar kısaca şunu dedi: “Hiçbir kadın erkek şiddetinden muaf değildir; hepimizin can güvenliği tehlikede, devlet, yargı bizi korumuyor!”
Nitekim de öyle. 2005 yılında değiştirilen TCK ile birlikte haksız tahrik fiili ile gerçekleşen ceza indirimleriyle tanıştık. Bildiğiniz gibi birçok kadın katili, saçmalık derecesindeki beyanlarla bu indirimlerden yararlanabiliyor. Yargının erkek-egemen yapısından ötürü kadının aleyhine verdiği kararlar yeni cinayetlerin önünü açıyor. Örneğin, Ayşe Paşalı’nın katili İstikbal Yetkin’in internetten kaç yıl alacağını hesap ettikten sonra karısını öldürmesi, bunun en somut örneğidir.
Ancak kadınların sıkıca takip ettiği ve kamuoyuna duyurdukları Ayşe Yılbaş, Sevim Zarif, Pippa Bacca, Münevver Karabulut, Satı Korkmak, Demet Eygi davalarında hiçbir cezai indirim yapılmadı, ağırlaştırılmış müebbet cezası ile sonuçlandı. Yani kadınların örgütlü bir biçimde birlikteliği hayati önemde!
Yalnızca davalarda değil bu birlikteliği sürekli kılmak gerçekten de yaşamsal önemde. Çünkü kadın cinayetleri politik ve sürekliliğini erkek egemen sistemden alıyor. Bu yüzden başta hükümetin neoliberal ve muhafazakar politikalarını hedef almak, medyanın, yargının cinsiyetçi yapısıyla mücadele etmek, kadınların sosyoekonomik açıdan güçlenmelerini talep etmek, sisteme karşı durabilmek birlikteliğimizden geçiyor.
Yorumlar kapalıdır.