Rejimle hesaplaşmadan Dersim Katliamı’nın yarası kapanır mı?

Ve 73 yıldır resmi olarak kabul edilmeyen bu kıyım, hükümetle CHP asında bir polemiğin sonucunda tüm ülkede konuşulur hale geldi. CHP Tunceli milletvekilinin Dersim çıkışı AKP için bir iç siyaset malzemesine dönüştü. Dersim Katliamı’nın arşivlerini açmaktan bahseden Başbakan Erdoğan, gerekirse devlet adına özür bile dileyebileceğini söyleyerek CHP’yi köşeye sıkıştırırken, CHP, tarihiyle yüzleşmekten bir kez daha geri durdu ve iç krizlerine bir yenisini ekledi. Hükümet, bu gündemle muhalefeti sindirirken, Van depremindeki yetersizliğini de kapatmış oldu.

AKP’nin ikiyüzlülüğü bir yana bırakılırsa, Dersim halkının acılarının konuşulur hale gelmesi bile başlangıç olarak anlamlıdır. Belgeselinin bile yasak olduğu Dersim Katliamı, devletin en yetkili ağızlarınca kabul edilmiş oldu böylece. Bu başlangıç yakın tarihin onlarca katliamının tartışmaya açılmasını ve Türkiye emekçilerinin bu konuda duyarlı hale gelmesini sağlayabilir. Ancak burjuvazinin bunun da içerisini boşaltarak bir tür şov malzemesi haline getirmesi de mümkün…

Resmi bir özrün başlangıç için anlamlı olduğunu söylerken, Başbakan’ın ya da herhangi bir devlet kurumunun özrünü, bir politik çözüm olarak görmemiz de bir hata olur. Zira tüm bu katliamların arkasındaki politik düşünceyle, örgütlenmeyle hesaplaşmayan hiçbir özür ve onun arkasındaki siyasi hareket sorunun çözümünün bir parçası olamayacaktır. Burada sadece CHP’yle değil, asker-polis rejiminin katliamcı anlayışıyla da bir siyasi hesaplaşmanın gerektiği açıktır. Zira Dersim, ne ilkti, ne de sonuncu oldu. Ve bugün aynı anlayış biçimsel değişikliklerle AKP ile sürdürülüyor.

Dersim Münferit Değildir

Saltanatı yıkarak Cumhuriyeti kuran Kemalist kadrolar, tepeden bir ulus yaratmak için Anadolu’nun zorla Türkleştirmesine giriştiler. Bu girişim birçok ayaklanmanın yaşanmasına neden oldu. Dersim’de 1937-38 yıllarında gerçekleşen devlet katliamı Anadolu’nun zorunlu Türkleştirilmesi politikasının devamıdır. Kemalist rejim, çıbanbaşı olarak gördüğü Alevi-Kürt halkını bu katliamla sindirmeyi denemiştir. Bu bağlamıyla, İttihat Terakki’nin gerçekleştirdiği 1915 Ermeni soykırımıyla, 1934 Trakya’da gerçekleşen Yahudilere dönük saldırılarla ve 1941’te çıkarılan Varlık Vergisi ve gayrimüslimlerin mallarına el konulmasıyla benzer bir amacı taşımaktadır.

Dersim’de gelişen tepki, bu Türkleştirme politikasına karşı yerel halkın isyanıydı. Dersim halkının isyanı da, Cumhuriyet kurulurken verilen sözlerin tutulmamasına isyan eden Kürtlerin, 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Said, 1926-30 Ağrı İsyanları’nın bir devamıdır. Ve diğer isyanlar gibi kanla bastırılmıştır. Bu ayaklanmayı hazırlayan devlet on binlerce Dersimli kadın, erkek ve çocuğu katletmiştir. Bir tek Alevi sağ bırakılmayacak diyerek askerler halka ateş etmiştir ve hatta zehirli gazlar kullanılmıştır. İşkence, tecavüz ve her türlü zorbalık yaşanmıştır.

Bu katliam geleneği 1938’den sonra da sürmüştür. Farklı olanın yaşam hakkı ortadan kaldırılmış, kimi zaman açıkça, kimi zaman faşist çeteler kullanılarak Aleviler, Kürtler ve sosyalistler imha edilmiştir. 1978’te Maraş’ta faşistlerin kışkırtmasıyla Alevi ve solcu mahallelerine saldırılmış, devlet kontrolünde bir kıyım gerçekleşmiştir. Yine Çorum’da Temmuz 1980’de benzeri bir katliam yaşandı. Faşist çetelerin kışkırttığı halk Alevi mahallelerine saldırdı. İnsanlar linç edildi, tecavüze uğradı, işkence gördü… Sivas’ta 1993’de bu kez İslamcı ve faşistlerin işbirliğiyle Madımak Otel’de yakılanlar da, 1995’te Gazi Mahallesi’nde taranan kahvede ve sokaklarda öldürülenlerin de failleri henüz açığa çıkmasa da onlar asker-polis rejiminin kurbanlarıdır. Bunca can katledilirken devlet ortada olmamış ve hatta birçoğunda failleri bizzat saklamıştır.

AKP’nin İkiyüzlülüğü, CHP’nin Günahları…

1960, 1971, 1980 askeri darbelerinin sorumluları,1 Mayıs 1977 katliamının failleri, Ankara Balgat katliamının katilleri, Beyazıt katliamının bombacıları, hayata dönüş operasyonunun sorumluları, köyleri yakıp yıkanlar, kaçırıp sokaklarda infaz edenler, gözaltında kaybedenler hâlâ aramızda… Ve asker-polis rejimi aynı ceberutluğuyla Kürt siyasileri bir bir toplarken ve Türkiye cezaevleri düzmece mahkemelerle tutsak edilmiş binlerce siyasi tutsakla doluyken, dünyadaki siyasi tutsakların neredeyse yarısı Türkiye mahpuslarındayken, Dersim özrü hangi yaraya merhem olur?

Üstelik ileri demokrasiye varacağız derken Hükümet, bunca zulüm yaşanmaktadır. AKP demokratikleşme bir yana, eski rejimle hesaplaşmak bir yana, her gün rejimle daha fazla bütünleşmekte ve baskı aygıtlarını kendi kontrolüne almaktadır. Bu anlamıyla özrü de ikiyüzlüdür. Hükümeti boyunca binlerce kişiyi gözaltına alan, Van’daki depremzedeyi döven, parasız eğitim isteyene, hakkını arayana, suyunu, ekmeğini koruyana zulüm eden, Alevileri açıkça her alanda geriye iten bir Hükümet rejimde neyi değiştirebilir? Bugünkü özür siyasi bir hesaplaşmadan başka nedir?

Ve tüm bu katliamlarda şu ya da bu düzeyde parmağı olan sağlı sollu tüm burjuva partileri nasıl cellattan, kurban rolüne geçmiştir. Başta da CHP… Kemalizmin devlet partisi, yakın tarihin bütün bu kıyımlarının ya örgütleyicisi ya da en azından suskunu değil midir? Hepsi asker-polis rejiminin ve onun ideolojisi Kemalizmin savunucusudurlar. Başta CHP olmak üzere tüm bu burjuva partilerin sorumluluğu vardır bu katliamlarda. Ve bu nedenle başta Aleviler olmak üzere Türkiye emekçileri Kemalizmle ve CHP ile olan bağlarını koparmadıkları sürece bu katliamların failleri hep gizli kalacaktır.

Sonuç olarak, tüm katliamların arkasındaki baskı rejimi ve onun inkarcı, ırkçı anlayışı tasfiye edilmedikten sonra hiçbir özür yeterli olmayacaktır. Bu anlamıyla Dersim Katliamı’nın belgelerinin açılması anlamlı bir başlangıç olacaktır. Sadece Dersim değil, cumhuriyet tarihinin tüm karanlık dosyaları açığa çıkarılmalı ve sorumluları cezalandırılmalıdır. Tüm ezilen kesimlerin dilleri, dinleri güvence altına alınmalıdır. Rejimin demokratik dönüşümü için, işçi emekçilerin öncülüğünde yeni bir anayasa oluşturulmalıdır.

Dersim Katliamı bir Türkleştirme trajedisi

Dersim İsyanı, zorunlu iskân politikalarıyla Dersim’in zorunlu Türkleştirmesine halkın bir başkaldırısıdır. Dersim’in özel olarak seçilmesinin nedeni bölgenin bir Kürt-Alevi bölgesi olması, arazinin de dağlık olmasından dolayı hükümetin bölgede otorite kurmakta zorlanmasıdır. Ayrıca Dersim halkının cezalandırılmasının nedenlerinden bir diğeri de 1915 Ermeni kıyımı sırasında 20 binin üzerinde Ermeni’yi Osmanlı’ya teslim etmemeleridir. Bu anlamıyla devlet nezdinde “Dersim bir çıbanbaşıdır”.

Atatürk 1930 yılında kurdurduğu Türk Tarih Kurumu’na, Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ni hazırlatır ve bu tezlerle Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu kanıtlatmaya girişir. Bu anlayışın bir sonucu olarak 13 Haziran 1934’de çıkan iskân kanunuyla Türk olmayanların Türklerin olduğu bölgelere zorunlu göçü gündeme getirilir. 1935’te Tunceli Kanunu ile bölge valisinin ve komutanının yetkileri üst düzeye çıkarılır. 4 Ocak 1936’da Dersim vilayetinin ismi Tunçeli manasında Tunceli olarak değiştirilir. Bölgenin başına Koramiral Abdullah Alpdoğan getirilir. Bu değişikliğin ardından bölgede yollar ve köprüler yapılmaya başlanır, medeniyet götürmek, feodalizmi bitirmek gibi gerekçelerle yapılıyor dense de esas neden askeri harekâtları kolaylaştırmaktır.

Hasanan aşiretinden Seyit Rıza ve Koçgir aşiretinden Aliser bu duruma karşı çıkarak bölge halkının sesine tercüman olurlar. Bölge 1936’dan itibaren asker tarafından ablukaya alınır. 21 Mart 1937 Nevrozu’nda Harçik Çayı üzerindeki köprünün yıkılmasıyla isyan başlar. İsyanı bastırmak isteyen hükümet aşiretlere kanın fazla dökülmemesi için Seyit Rıza’yı teslim etmelerini ister. Bu durum Seyit Rıza’ya iletilir, o da oğlunu görüşmeye gönderir, ancak dönüşte oğlu Bra İbrahim kaldığı evde öldürülür. Bunun üzerine çatışmalar şiddetlenir.

50 bine yakın asker bölgeye girer. Onların yetmediği yerde Sabiha Gökçen’in de pilotu olduğu uçaklar halkı bombalarla ve kimi görgü tanıklarına göre zehirli gazlarla katlederler. Mağaralara sığınan aileler kimi zaman ateş yakılarak dumanla, kimi zaman mağaraların ağızları çimentolarla kapatılarak katledilir. Korkunç bir katliamdır gerçekleşen… Kadın, çocuk demeden her cana kıyılır, işkence edilir, tecavüz edilir. İnsanlar yakalanmaktansa uçurumlardan atarlar kendilerini… Bu kıyımların sonucunda hükümete teslim olmak ve katliamı durdurmak üzere Erzurum’a gelen Seyit Rıza tutuklanır, 16 yaşındaki küçük oğlu ve diğer 9 isyancıyla birlikte 18 Kasım 1937’de Elazığ meydanında idam edilir. Ölüleri sokaklarda gezdirildikten sonra gizli bir yere gömülürler. Devlet, ölülerinin bir türbe olmasından korkar.

Bu katliama rağmen Dersim halkı teslim olmadığı için 2. Harekat Celal Bayar komutasında 2 Ocak-7 ağustos 1938’de ve 3. Harekat Eylül 1938’de gerçekleştirilir.

Katliam sırasında 50 bine yakın insanın öldüğü tahmin edilmekte, on binlercesinin de sürgün edildiği bilinmektedir.

Katliamda bölgede tüm devlet yöneticilerinin yanı sıra Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’ın bizzat emir ve yönlendiriciliği vardır.

Seyit Rıza, bir Alevi halk kahramanı (1862 Dersim-1937 Elazığ)

“Evladi Kervaleyme, be gunayime, Ayvo zulumo, cinayeto” (Evlad-i Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir) diyordu Seyit Rıza idam sehpasına yürürken…

Seyid Rıza
Dersim’de doğmuştur ve Dersim’in önderlerinden Şeyh Hasana aşiretinde Seyid İbrahim’in ogludur. Seyid ismi dini açıdan Rehber seviyesinde geldiğinden dolayı kendine verilmiştir. Gerek dini bilgisi, gerek zekası ile diğer kardeşlerinin önüne geçerek hem kendi aşiretinin sözcülüğünü almış hem de diğer aşiretlerin güvenini kazanmıştı. Seyid Rıza Dersim’in “özerkliğini” sağlayan bir lider konumundaydı ve halk tarafından bu nedenle de seviliyordu. İsyanın sonucunda 11 arkadaşı ve küçük oğluyla birlikte idam edildi.

Şöyle diyordu yakalanmadan önce Atatürk’e “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde eğilmedim bu da size dert olsun”…

Maraş Katliamı

Maraş Katliamı 23-24 Aralık 1978’de gerçekleştirildi. Olaydan aylar önce, nüfus memurları araştırma yapıyor bahanesi ile bölgeye geldiler. Alevi ve solcu evlerini tespit ettikten sonra bu evleri kırmızı ile işaretlediler.

Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir. 19 Aralık 1978’de Ülkücülerin getirdiği “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filminde patlayan bomba sonucunda başlar olaylar. Ülkücülerin kışkırttığı halk galeyana gelir. Oysa patlamanın ardında ülkücüler vardır, Ökkeş Kenger olayın içerisindedir.

Ancak patlamaların, saldırıların, ölümlerin arkası kesilmez. Sağdan ve soldan ölümler devam eder. Öldürülen iki solcu öğretmenin (Hacı Çolak, Mustafa Yüzbaşıoğlu) cenazesi sırasında komünistler camileri bombalayacak propagandası ile sağcı kitle toplanır. “Komünistler Moskova’ya” sloganı ile kitleye saldırırlar. Alevilerin evlerine 23 Aralık günü saldırılar başlar. Vahşi cinayetler ve tecavüzler yaşanır. Korkunç bir katliam yaşanır devletin koruması altında…

Olayı provoke edenlerin arasında sadece faşistler değil bazı imamlar da vardır. İmam Mustafa Yıldız şöyle diyordu Cuma hutbesinde: “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır.” Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, “Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun” diyorlardı. Sonuç kanlı bir katliam olarak tarihe yazıldı ve failleri bilinse de hâlâ meçhul…

Çorum Katliamı

Olaylar 27 Mayıs’ta ülkücü Gün Sazak’ın öldürülmesiyle başladı. Ancak bir türlü durmadı. 4 Temmuz 1980’de tam da 12 Eylül darbesine giden yolda ülkücü faşistler Çorum’da sahneye çıktılar. Solcu ve Alevi mahallesi olan Milönü’nde cami bombalandı diyerek halkı galeyana getirenler, Cuma namazı çıkışında azgınca saldırıya geçtiler. Devletin resmi televizyonu TRT “Çorum’da Aladdin Cami’sine patlayıcı madde atıldı” diyerek katliamı kışkırttı. Maraş’tan tecrübeli olan devrimciler mahalleleri savunmasa çok daha büyük bir katliam yaşanabilirdi. Buna rağmen 27 Mayıs – 5 Temmuz arasında 57 kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda insan Çorum’u terk etmek zorunda kaldı.

Sivas Katliamı

Sivas Madımak Katliamı 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal şenliklerinde gerçekleşti. Olayların tehlikeli boyuta geleceği günler öncesinden bellidir. Yerel gazeteler halkı kışkırtırken, İslamcı ve faşistler kara propagandayla halkı provoke ederler. 2 Temmuz günü başta Aziz Nesin olmak üzere, inançsız olduklarını düşündükleri aydınların kente gelmesini protesto eden sağcılar, önce dikilen anıtı yıktılar. Ardından Hükümet Konağı’na ilerlediler ve oradaki Madımak Oteli’nde toplandılar. Sayıları 20 bine varan kitle önce Madımak otelin önündeki araçları yaktı. Ardından yangın binaya sıçradı. Olaylar sırasında 35 kişi yanarak ya da dumandan boğularak can verdi. Aziz Nesin linç olmaktan zor kurtuldu. Sanıkların avukatlığını bugünkü AKP’nin de öncülü olan Refah Partisi’nden Şevket Kazan yaptı.

Yorumlar kapalıdır.