Filistin değil Şırnak, Hama değil Uludere!

Heronların aldığı istihbaratın değerlendirilmesi ile Uludere’de neredeyse nokta atışları ile 35 insan öldürüldü.

Uludere’de 35 insanın F16’larla bombalanarak öldürülmesi tarihte yaşanan diğer katliamlar gibi yerini alacaktır.

Katliamın, uluslararası haber bültenlerinde geçmeye başlamasına rağmen Türkiye’de hiçbir basın kuruluşunun yayın planına almaması, olayın duyulmasının ardından ise katliama bir kılıf uydurmaya çalışmaları tarihe not olarak düşülmeli. “Gidenlerin yasadışı iş yapan, silahlı olduğu düşünülen, üstelik teröristlerle aynı güzergâhı kullanan, Haftanin kampının dibinden geçen talihsiz insanlardı. Elbette böyle olsun istenmezdi ancak daha önce yaşanan karakol baskınlarında da kaçakçı kılığında giren teröristlerin rol alması bu yanlışlığa neden olmuştu. Hem PKK komutanlarının kaçakçı olarak sınırdan geçeceğine dair bir duyum da vardı, vs. vs.” kılıfı en liberalinden milliyetçisine, ulusalcısından iktidar yandaşına katliamı meşrulaştırma çabası haline geldi.

Hesaplaşılan “askeri vesayetin” aslında ne olduğu olay hakkında 24 saat tek laf etmeden Genelkurmay’ın açıklamasını bekleyen hükümetin tavrında gizli. Söylediği laflarla katliamın bir basit tahkikat konusu olduğunu söyleyen, çağdaş demokrasi lafını dillerinden düşürmeyen, bakan ve Genelkurmay’ın ağzından çıkması gereken tek laf istifadır.

Katliamın sorumluluğunun arkasına saklanılmaya çalışılan PKK’lilerin sınırı kaçakçı kılığında geçecekleri istihbaratı da tel tel dökülüyor. İnsanların zorunlu olarak yaptığı kaçakçılığın konuşulmasını bir yana bırakırsak, bölgede alınan istihbarata rağmen diyelim kaçakçı girişleri engellenmeye çalışılmamış, tam tersine özellikle son dönem bizzat askeri kaynaklarca teşvik de edilmiş. Sınırdan geçerken kendilerini belli bir koordinatta tutmaya çalıştığı belli olan askerlerle karşılaşmış bu 35 kişinin olduğu konvoy. Onları belli bir süre o koordinatta tutan ve konvoyun kimlerden oluştuğunu bilen askeri biriliğin çekilmesinin hemen ardından da F16’larla saldırı başlamış ve 35 kişi F16’lardan atılan bombalarla öldürülmüştür.

Genelkurmay’ın açıkladığı güzergâhın Haftanin kampına yakın olduğu savı da başlı başına yalan. Güzergah bölgede bulunan askeri tesislere 2-3 kmuzaklıkta iken Haftanin bölgesine 35-40 km uzaklıkta.

Bütün bunlar ve soğukkanlılıkla katliamı aklama girişimleri, katliamın bir tür kaza değil, bölgeden giren PKK’li gerillaların sızmasının engellenmesi için, kaçakçılar da dahil bölgeden yapılacak bütün sınır giriş çıkışlarının engellenmesi gibi bir nedenle, bizzat bilerek ve isteyerek “sivil” insanların hedef alındığı ve böylece kaçakçıların sınırı kullanmasının, sınırda PKK’liler dışında herhangi bir hareket olmamasının sağlanmaya çalışıldığını gösteriyor.

Sağır olan çürür!

Savaşa harcanan milyarlarca dolar Kürt kardeşlerimizin üzerine bomba olup düşüyor. Kürt halkı onlarca yıldır buna rağmen kaderlerini tayin için mücadelesini sürdürüyor ve hala barıştan bahsederken bu tarafta yaşanan şovenizmin bilinçleri, zihinleri zehirlediği de aşikâr. Bugün siyasi demokrasi talebi Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının biçimlendirilmesinde yatıyor.

Savaşın yarattığı çürüme, yozlaşma ve her türden katliam ve onun meşrulaştırılması için medya eliyle yaratılan yanıltma haber çalışmaları toplumsal olarak topyekün çürüme noktasına getiriyor. Komşusunun başına gelene ses çıkarmayan, hatta sevinen evin, kendine de hayrı olmuyor. Bugün batıda örgütlenmelerin önündeki engeller, hayat pahalılığı, sıradanlaşan şiddet, enflasyon vb nedenler doğudaki savaştan bağımsız düşünülemeyecek durumdadır.

Maraş katliamı ve diğer katliamlarla yüzleşme

Özellikle son dönemde, hükümetin Dersim katliamı vesilesiyle tartışmaya açtığı gibi, tarihte yaşanılan diğer katliamlarla yüzleşmenin popülerleştiği bir süreç yaşanıyor. Muhalefeti Dersim’le yüzleşmeye çağıran hükümetin, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Menderes gibi fikir muadillerinin bu katliamlardaki payını unutarak, rejimi sadece CHP vesayeti ile tarif etmek çabası çok açık görünüyor.

Katliamların inkârını suç sayan yasa tasarısının kabul edildiği Fransa’yı, düşünce özgürlüğüne engel olur savıyla topa tutan hükümet ve rejimin diğer bileşenleri, kendi ülkesinde diyelim “Ermeni katliamı vardır” demenin suç olduğunu, cezaevlerinin dünyada en yüksek ortalamaları ile “düşünce suçundan” tutuklu insanlarla dolu olduğunu unutuyor, unutturmak istiyor. “Düşünce suçlusu” sınıfında tutuklanan insanlara savcılık mütalaasında, “Hayır onlar örgüt üyesi denmesi” bu noktada en fazla ve sadece bir yanıltma haber anlamına geliyor.

Katliamlarla yüzleşmenin, aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak rejim tartışmasına dönüşmesinin zorunlu olduğu görülürken tarihin bütün yükü o dönem memurluk eden bir iki kötü niyetli insanın yaptıklarına indirgenirken, bu katliamlarla bu surette yüzleşilemeyeceği aşikâr durumda.

İşçi sınıfı sahneye çıkmalıdır…

Hafızamızı çok fazla zorlamaya gerek yok, Maraş katliamının yaşandığı dönemde DİSK tüm ülkede iş bırakma eylemleri ve grevler düzenlemişti. Ecevit hükümeti Maraş katliamı ile yüzleşmeyi bir kenara bırakıp alelacele DİSK’in grevlerinin yasadışı olduğunu ilan etmiş ve bu grevlere karşı Maraş’ta harekete geçiremediği polisiye tedbirlere başvurulacağını söylemişti. Hem burjuvazinin hem de faşistlerin provakasyonlarını durdurmada büyük önem arz eden bu grevler işçi sınıfının yaşanılan çağa müdahil olduğunu da göstermişti.

Son 1 Mayıs’ta meydanlarda işçi sınıfı ile Kürt halkının dayanışması ile övünen, en devrimci söylevler veren sendikacılara hatırlatmak gerekir; mücadele, dayanışma meydanda sadece yan yana “durmakla” olmaz. Kürt halkının mücadelesinin yanında ve Kürt halkına karşı yönelen şovenizme karşı durulmaz, “Zonguldak Botan Hattı” sloganı hatırlanmaz ise, yaratılan karşı dalganın altında işçi sınıfı mücadelesi de kalacaktır. Buna karşı da mitinglerde elde Türk bayrakları ile katılmak çare olmaz.

Bugün “demokrasi!” ve “çağdaş medeniyetin!” gerektirdiği de budur…

Yorumlar kapalıdır.