Türkiye iyiye mi, kötüye mi gidiyor?

İçinde bulunduğumuz süreci nasıl değerlendirmeliyiz? Türkiye iyiye mi, yoksa kötüye mi gitmekte? Karar neye ve kime göre verilecek? Ölçüt ne olacak?

Mucize mi, aç tavuk rüyası mı?

AKP ve onu destekleyen çevrelere göre Türkiye, cumhuriyet tarihinin gördüğü en demokratik dönemde. Askerin; yasama, yürütme, yargı üzerindeki yetkilerinin kısıtlanması en önemli kanıt olarak gösterilmekte. Hükümetin AB perspektifi ve Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül gibi yargılamalar demokratikleşme ve sivilleşme sürecinin devam edeceğinin göstergesi sayılmakta.

Yine bu kesimlere göre Kürt sorunundaki inişli-çıkışlı seyir hükümetten çok karşıtlarının tutumlarından kaynaklanmakta. Bir anlamda çözüm talep edenler çözecek iradenin (AKP) bileğini tutarak iş yapmasını engelliyor denmekte. Başbakanın Dersim katliamı “özrü”, hükümetin çözme irade ve samimiyetinin bir göstergesi olarak sunulmakta.

Kısacası bu kesimlere göre AKP, cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye toplumunun başına gelmiş en demokratik, en icraatçı siyasal akım ve Türkiye çok iyiye gitmekte…

Kâbus mu, meyve veren ağacı taşlama mı?

Karşıtlarına göre ise AKP ile Türkiye en karanlık dönemini yaşamakta. Bu görüş sahiplerine göre: AKP eliyle sivil bir diktatörlük kurulmakta. Başta Fethullah Gülen cemaati olmak üzere Türkiye, AKP tarafından cemaatlerin egemenliği altına sokulmakta. Dini muhafazakâr/otoriter bir rejim inşa edilmekte. Polis ve MİT ile başlayan, TSK ile devam eden ve son olarak yargıya ulaşan bu ele geçirme süreci artık son aşamasında. Son darbe yeni anayasa ve başkanlık sistemi olacak denmekte.

AKP karşıtlarının bu görüşleri kuşkusuz daha da ayrıntılandırabilir. Lakin daha fazla ayrıntı işin özünü değiştirmeyecek. Bu görüşe göre Türkiye çok kötüye gitmekte…

Bu noktada şu sorunun cevabına ihtiyaç var: AKP özel ve sinsi bir projenin ürünü müdür? Bu soruyu cevaplamak için bir burjuva siyasal akım olarak AKP ve hükümetlerinin hangi politik-programatik hatta oturduğu açıklığa kavuşturulmalı.

Karmaşa!

AKP’nin ilk döneminde temel karşı söylem onun şeriat kurma gizli ajandası olan bir parti olduğu idi. Bir askeri darbe ile AKP’nin durdurulması gerektiğini açıkça yazan-çizenler dahi oldu. Sonradan ifşa olan belge-bilgilerden bu konuda hayli hazırlık yapıldığı da ortaya çıktı (Ergenekon ve Balyoz davaları)…

Toplum şeriat ve askeri darbe tehditlerine nasıl tepki verdi? Hangisini daha fazla ciddiye aldı ya da sorun etti? Yüzde 50’lilere varan AKP seçim zaferleri ve yüzde 58’lik 12 Eylül referandumu eldeki somut veriler. O dönemlerde ortada bir şeriat tehlikesi olmadığını (ki bugün de yok) ve olası girişimler bir yana uygulanabilir bir askeri darbe için iç-dış koşulların bulunmadığını belirtmek gerekir.

Öyleyse bu şeriat-darbe ikilemi nereden çıktı? Patronlar, ABD/AB emperyalizmleri, NATO, IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist-kapitalist örgütler Türkiye için neoliberalizm eksenli bir başka rota (demokratik-gericilik) çizdi. Sağ-sol liberaller bu rotayı destekledi. AKP (bir nevi Özal-ANAP’ın devamı ve yarım kalan işi tamamlamak üzere) bu neoliberal karşı devrim programını başarıyla uyguladı. Dolayısıyla hükümeti olsa olsa güçlendirecek, ayakları havada bir karşı söylemin (şeriat tehlikesi) anlamı neydi? Aslında bu sorular bugün de güncelliğini ve önemini korumakta.

Netlik!

AKP, neoliberal ekonomik-politik karşı devrim saldırısını burjuvazinin genel çıkarları adına uygulayan bir hükümet. Bu neoliberal program dünyada olduğu gibi Türkiye’de de burjuvazinin düşen kâr oranlarını yükseltme amacını taşımakta. İşçi sınıfının ve emekçi yoksulların büyük oranda 2. Dünya Savaşı sonrasına dayanan kazanımlarının gasp edilmesi bu neoliberal saldırı programının özünü oluşturmakta. Politik düzlemde bunun anlamı yasama ve yargı karşısında yürütmenin güçlendirilmesi. Yürütme (hükümet) lehine bu güçlenme devlet aygıtının yüksek maliyetli kabul edilen tüm “yüklerinden” kurtarılması ve bürokratik yapının esnekleştirilmesi anlamına gelmekte. Rejimin “Kemalist” niteliğinin yeniden tanımlanması da bu sürecin bir ürünü. Yeni anayasa, başkanlık/yarı başkanlık sistemi, Kürt sorunun burjuva çözümü vb. birçok konu-sorun bu ana başlık altında yer almakta. Kemal Derviş’in, politika ile ekonomiyi birbirinden ayırma, tüm ekonomik unsurları özelleştirme, geri kalan alanda hükümeti (yürütmeyi) çok daha etkin hale getirme anlayışı hatırlanmalı.

Bu çerçevede AKP hükümetine karşı “dinci” diyerek mücadele etmek, meseleyi yerel/ulusal düzeyde Doğucu-İslamcılar (“dinciler” – AKP, MÜSİAD, Cemaatler…) ile Batıcı-Laikler (“statükocular” – CHP, TÜSİAD, TSK…) arasında 100 yıllık “ölümcül” bir hesaplaşma olarak görmek son derece yüzeysel bir yaklaşım. Bütün bu sosyo ekonomik/politik yapı ve güçlerin -güç ve iktidar temelinde- sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğu, karşıtlıkların ve ittifakların sürekli güncellendiği gerçeği de bunu göstermekte. Neoliberal AKP hükümetini şeriatçı, Bonapartist rejimi faşist olarak “abartılı” şekilde tanımlamak bu anlamda sistemin ekmeğine yağ sürmektir. Mevcut haliyle (neoliberal ve Bonapartist) işçi sınıfı ve emekçi yoksul halklara yönelik; hak ve özgürlük gaspları ve baskı ve şiddet saldırıları yeterince köklü ve sarsıcı sonuçlar yaratmakta. “Abartı” bunları görünmez ve/veya anlaşılmaz kılabilmekte.

Görünen köy!

AKP hükümeti sosyo-kültürel muhafazakârlığı her alanda, sonuna kadar kullanmakta. Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de din ve gelenek kaynaklı muhafazakârlığı AKP hükümeti -aynı kendisinden önceki hükümetler gibi- sonuna kadar istismar etmekte. Lakin bundan muradı dini bir yönetim kurmak değil, neoliberal saldırı politikalarını uygulanabilir kılmak. Diğer bir ifadeyle neoliberal politikalar için dini motifler kullanılmakta, tersi değil…

Baştaki soruya dönersek; Türkiye iyiye değil, kötüye gitmekte ama bunun nedeni/anlamı “dincileşmek” değil. Kötüye gitmekte çünkü neoliberal karşı devrim sınıf hareketini parçalayıp geriletmeyi becerdi. AKP hükümeti demokratik-gericilik politikalarıyla bunu demokrasi, özgürlük, adalet ve kalkınma adına yaptığı yanılsamasını yaratabildi… Henüz bu aşamadayız…

Yorumlar kapalıdır.