Ne pahasına?

Geçtiğimiz hafta Yunanistan ve Fransa’da gerçekleşen iki seçim de, büyük yıkıma sebep olan krizin etkisiyle yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği sonucunu artık fazlasıyla doğrulamış durumda. Krizi, bir doğal afet gibi sunan ve şimdi buna karşı önlem almak gerekiyor diyen hükümetler; “bu kriz sizin yüzünüzden yaşanıyor ve sonuçlarını biz ödemeyeceğiz” diyen kitleler tarafından uyguladıkları kemer sıkma politikaları yüzünden cezalandırılıyor. Elbette bu süreç aynı zamanda artan kutuplaşmayı da beraberinde getiriyor. Yine bu iki seçim, bize bu gerçeği işaret ediyor ve Avrupa’da yükselen sağ/ırkçı/faşizan hatta faşist partilere karşı uyarıyor.

Diğer yandan, Avrupa’daki süreci kendinden menkul görmek hata olur. Yaşanan tüm gelişmeler ve değişimler bir bütün olarak bu krizden nasıl çıkılacağına, bu politik krize ne tip bir çözüm bulunacağına dair cevapları belirliyor. Ve yeni düzenin kurallarını ortaya koyuyor. Bu açıdan bugün tüm dünyada bir dengeler savaşı sürdürülüyor. Ekonomik ve politik her türlü cephanelikler hazır ediliyor…

Kriz yok ama bedel çok!

Türkiye’de bu sürecin nasıl işlediğini hepimiz zaten fazlasıyla deneyimliyoruz. Türkiye’de kriz yok diyen AKP hükümeti, krize karşı, hem ekonomik hem sosyal yönden gerçekleşen gasplar sonucu işgücünün patronlara maliyetini dibe çekerek işe başladı zaten çoktan. Ve bunu esnekleşen ve kuralsızlaşan işgücü piyasası koşullarıyla destekliyor. Bu açıdan, hükümetin “Güvenceli Esneklik” şiarından, güvencenin patronların; esnemenin ise emekçilerin payına düştüğü aşikar…

Bu açıdan AKP hükümetinin en büyük başarısının bir illüzyon yani yanılsama yaratmadaki başarısı olduğunu söylemek gerek. Bize uğramadığına, hatta çoktan bittiğine inandırdığı krize karşı tüm bedelleri emekçi kesimlere tek tek ödetiyor.

Hileli siyaset

Elbette yalnızca krize karşı bir illüzyon yaratmıyor AKP hükümeti; rejim sorunundan, Kürt sorununa; emek sorunundan, kadın sorununa, eğitim sorununa, sanat sorununa (evet, artık sanat da bir sorundur!) her konuda AKP siyasetinin hilelerle dolu olduğunu görüyoruz…

Bu nedenle bu ülkede sütün değil, aslında çocukların bozuk olduğuna inanabilirsiniz!

Bu nedenle bu ülkede, puşinin en büyük silah olduğunu düşünebilirsiniz!

İktidarının araçlarını kullanarak istediğini istediği gibi sunuyor AKP hükümeti. Böylece her şeyin içini boşaltıp, kendine göre yeniden doldurup, şifa diye içirmeye çalışıyor…

1 Mayıs kutlamaları bunun en çarpıcı örneklerinden biri oldu. 1 Mayıs’ı bir birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlamaya çalışanları yıllarca kovalayıp duran hükümet, bu sene resmi 1 Mayıs’ını Çalışma Bakanı ve ‘resmi’ sendikaları ile birlikte, Taksim meydanından yükselen sloganlara aldırmadan, Tandoğan’da kutladı.

Ve Faruk Çelik tarafından ifade edildiği üzere hükümetin 1 Mayıs sloganı açıktı: “Siz isteyeceksiniz, biz vermeye çalışacağız; az vereceğiz, çok vereceğiz, bu işi çözeceğiz inşallah!”

Yoksulluk sınırının altında yaşayan, ve hükümetin kaşıkla verdiğini kepçe ile aldığını iyi bilen işçi ve emekçiler için bu cümlenin meali elbette açık ama biz yine de soralım mı?.. Demokrasi sorununu tutuklamalar ve kovuşturmalar yolu ile çözen AKP hükümeti, emekçinin sorununu da çözecekmiş inşallah… Peki, bu sefer ne pahasına?!

Sormamız ve sordurmamız gereken soru bugün budur… Bu bedeli ödeyecek miyiz?..

Unutmayalım, bir seçenek daha var: Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar dalga dalga yayılan bir seçenek daha var!..

Yorumlar kapalıdır.