Fransa başkanlık seçimlerinin ardından

1975 Mayıs’ında, henüz 20 yaşındayken, genç bir UDR [Cumhuriyet İçin Demokratlar Birliği] militanı olarak katıldığı televizyon programında partili arkadaşının hararetle önerdiği reformlara hevesle kafa sallayan Nicholas Sarkozy, ekonomik krizin ortasında ve neoliberal dünyanın şafağında politikaya atılmanın bir sonucu olarak politik kariyeri boyunca krizlerden ve krizden çıkış için gerçekleştirilmesi gereken reformlardan bahsetmek durumunda kaldı. Sarkozy’nin politik arenadan çekilişi ve Hollande’ın zaferi ise, burjuvazinin, on yıllardır muhatap olmak durumunda kaldığı ve gittikçe derinleşen krizlerden çıkış için çözüm üretmekte zorlandığının bir göstergesi. Zira, Hollande’ın elindeki reçete 1929 krizinden çıkış için uygulanan reçetelerin makyajlanmış bir sürümü olmaktan öteye geçmiyor.

Biraz açmak gerekirse, önceleri sadece devrimcilere atfedilen felaket tellallığı kimi burjuva sektörlere de sirayet etmiş olacak ki, örneğin ünlü “yatırımcı” George Soros, “Ekonomiyi daraltarak borç yükünü azaltamazsınız; tek çıkış yolu büyümekten geçer”, diyerek uygulanmakta olan kemer sıkma politikalarından pek de umutlu olmadığını bir kez daha dile getiriyor. Bu arada, Yunanistan’ın avrodan çıkışının ve hatta AB’nin geleceğinin ciddi ciddi tartışılmaya başlandığı bir dönemde, Hollande’ın zaferi merkez ülkelerde büyüme yanlısı politika taraftarlarının mütevazı bir mevzi kazanması anlamına gelirken, bu zaferin genel bir eğilime dönüşmesi pek de olası görünmüyor. Çünkü, burjuvazi henüz işçi hareketini baskılayabilmek için ihtiyaç duyduğu barutu tüketmiş değil ve elindeki tüm araçlarla saldırılarını sürdürmeye devam ediyor. Tipik bir şekilde doğrudan devlet eliyle ya da teşvikler yoluyla ekonomide yatırımların artırılması ve piyasalardaki para arzı artırılarak faizlerin düşürülmesi son tahlilde çevreden merkeze doğru bir enflasyon basıncı oluşmasına sebep olacaktır. Bu, kısa vadede borçların çevrilebilmesini kolaylaştırsa da kitlelerin refah düzeyini şimdi olduğundan daha kötü bir seviyeye doğru baskılayacaktır. Dolayısıyla, burjuvazi açısından Hollande’ın zaferi, önümüzdeki dönemde uygulanacak politikaların belirsizliğinin bir tezahürü denebilir. Temel mesele hâlâ, Portekiz, İspanya ve İtalya’nın, Yunanistan’ın mali ve sosyal çöküşünü takip etmemesini sağlamak olarak görünüyor. Hollande’ın zaferi “deneme-yanılma” yoluyla da olsa bir çizgi oturtabilme çabasına işaret ederken, tam da bu sebepten ötürü Yunanistan’ın avrodan çıkışında hızlandırıcı bir etki yapabilir.

Fransa özeline inersek, ilk olarak, birinci ve ikinci turda sağlanan seçime katılım oranı burjuvazinin siyasi arenadaki hakimiyetinin bir göstergesi olarak okunabilir. Sarkozy döneminde, uygulanan göçmen karşıtı politikalar, göçmen işçiler arasında sandığa gitmeme yönünde bir eğilim doğmasına sebep olmuş gibi görünse de, Hollande’ı iktidara taşıyan genel eğilimin aksi yönde olduğu esmekte olan “Sarkozy karşıtı” havadan da anlaşılabilir. Sarkozy’nin partisi UMP’nin [Halk Hareketi Birliği] oy kaybıyla beraber içine çekilmesi ve bu yolla aşırı sağcı Marine Le Pen’in önünün açılması muhtemel gibi görünüyor. Fakat yine de, Hollande’ın önümüzdeki hafta genel seçimlerde, başkanlık seçimlerindeki zaferini tekrarlaması bekleniyor. Öte yandan, büyük şehirlerin banliyölerinde ve sanayi merkezlerinde de aşırı sağın oylarında bir düşüş gözlemlenmekte.

Hollande’ın geliri 150.000 avrodan fazla olanlardan alınacak yüzde 45’lik ve 1.000.000 avrodan fazla olanlardan alınacak yüzde 75’lik ek vergi vaadini gerçekleştirmek için hevesli bir çaba içerisinde olmadığı, daha şimdiden giriştiği pazarlıklardan belli oluyor. Emeklilik yaşını bazı gruplar için 60’a indirme ya da çalışma süresini haftalık 35 saatte sabitleme gibi vaatlerin gerçekleşmesi ise, Avrupa’nın ve avro bölgesinin içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulduğunda, pek de olası görünmüyor. İşçi sınıfının yaşam standartlarında Hollande’ın zaferinin uzun vadede olumlu bir gelişme sağlayacağını söylemek mümkün değil. Hollande gibi “sol soslu” bir başkanın burjuvaziye zaman kazandırma adına çok yardımı dokunacağı aşikâr.

Sonuç olarak krizden çıkışın yollarının ve sınıfsal çıkarların ulusal düzeyde de olsa muğlaklaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda, sınıfa karşı sınıf çizgisinden ödün vermeden devrimci Marksizm’in programının kitlelere taşınması acil bir görev olarak önümüzde duruyor.

Yorumlar kapalıdır.