Güzellik ve güvencesizlik

Bir özel istihdam bürosunda insan kaynakları bölümünde stajyer olarak çalışıyorum. İşe alınacak insanları biz seçiyoruz, patronlar da bize nasıl elemanlar istediklerine dair taleplerini iletiyorlar. Genelde kadınlar için en önemli kriterleri “güzel bayan” olmaları…!

“Böyle güzel bayanlarla çalışmak çok güzel” diyor bir ses, “Böyle güzel çalışanlarımız olunca müşterilerimizle olan ilişkilerimiz de kuvvetleniyor” diyor bir diğeri, irkiliyorum.

İş hayatında güzel olmak, kimi zaman açık, kimi zamansa gizli bir sözleşmeyle adeta zorunluluk haline gelmiş durumda. Bu yüzden de, kadınlar için “güzellik” insana kendisini iyi hissettiren bir durumdan öte bir anlam ifade ediyor; güzellik, daha müreffeh bir hayatı sağlayacak “iyi” bir işin ya da evliliğin anahtarı olarak sunuluyor. Kapitalizmin yarattığı güvencesizlik ortamında, sistemin kadınlara kurtuluş ve güvence vaadi olarak “iyi” bir evliliği ya da işi sunması, kadınların bu denli güzel olma kaygısının altında yatan nedenleri açıklıyor.

Çağlar boyunca kadınları baskı altına almış, bedenlerini şekillendirmiş olan egemen güzellik anlayışı, kapitalizmle birlikte yeni bir endüstriye dönüştü. Her kadından daima genç, güzel, zayıf olmasını istemek insan doğasına aykırı bir durumken, işe alınmak için güzel olmak bunun için de kozmetik ve güzellik endüstrisine paralar akıtmamız gerekiyor.

Oysa, güzel olma zorunluluğu biz kadınlar için hem maddi bir kayıp, hem de sürekli kaygılı olma ve baskı altında tutulma anlamına geliyor. Kadınlar olarak görsel bir nesneye, seyirlik bir şeye dönüşmemiz de işin en aşağılık yanı!

Neden mi?

Çünkü çok açık ki, iş bulmak veya iş hayatında yükselmek için gerekli kriterlerin çoğu, erkek gözüyle yaratılmış ve biz var olan sistemde nereye ait olursak olalım, “süs nesnesi” olma zorunluluğu ile hep karşı karşıyayız.

Çünkü harcadığımız mesai erkeklerden az olmasa da “en çok süslenen kadın işini en çok sahiplenen kadındır” bakış açısıyla, hiç hoşlanmasak da işimizi kaybetmemek için güzel olmak zorundayız.

“Güzel kadın eşittir iyi iletişim” zırvası ne kadar anlamsız bir şey olsa da bu dayatmalarla baş etmek zorundayız.

Televizyon, reklam panoları, vitrinler sürekli bizi görsel bir bombardımana tutuyor, şöyle davranmalısın, şöyle giyinmelisin, şöyle yürümelisin diyen bütün kadınlık rolleri etrafımızı kuşatmış durumda.

Hal böyle olunca, mesaiyi sadece işyerlerimizde değil; bir de aynanın karşısında yapıyoruz. “Güzel”, “bakımlı”, “presentabl” (sunulabilir)” olmak için bazen aynanın karşısında bazen mağazaların vitrinlerine bakarak vaktimizi harcıyoruz. Sunduğumuz şey ise, göz zevklerine hitap etmeye adanmış bedenlerimiz. Tükettikçe işe alım kriterlerine uygun hale geldiğimiz sistemde, çalıştığımız hatta gördüğümüz tüm kadınlarla rekabet etmeye zorlanıyoruz.

Yapacağın iş ne olursa olsun, mülakatlarda “fizik tamam, saçlar hoş, gözler şahane, azıcık makyaj, bir de topuklu ayakkabılar” değilse alacağın cevap belli: “bizimle değilsin.” Bolca para harcayarak, göz zevklerini bozmayacak hale gelmen adeta bir hayat gailesi.

Düşünüyorum da, doğuştan var olan, seçilmemiş ve emek harcanmamış özelliklerin, tamamen satılmak istenen ürünlerle birlikte sunularak pazarlanması olmuş “güzellik”.

Hal böyleyken, kıyaslamalardan, değerlendirmelerden sıyrılıp “erkek gibi” çalışmayan, “manken gibi” olmayan, “kıyafetleri birbirine pek uygun” durmayan, gerçek kadınların emekleri, bedenleri, kimlikleri için kendilerini nesne değil, özne haline getirmek için sürdürecekleri bir mücadele olduğu fikri gelip kuruluyor aklıma. Güvenceli çalışmak için güzellik faşizmini bedenimize uygulamak yerine eril patron bakış açısına karşı savaşmak gerekiyor.

Sese, “Bence hiç güzel değil!” diyorum…

Yorumlar kapalıdır.