İstanbul Barosu’nda seçimlerin ardından
İstanbul Barosu Genel Kurulu geldi ve geçti. Öncelikle tekrar seçilen başkan ve yönetim kurulunu tebrik etmek isteriz. Ancak, meslek adına değişim bekleyenler iki yıl daha bunun özlemini çekmeye mahkumlar. İstanbul Barosu’nda, avukatların %50’den fazlası; İstanbul Barosu’nun başkanı ile cumhuriyeti koruyabileceklerine ve mevcut iktidarı alt edebileceklerine büyük bir safdillikle inanıyorlar.
Bu inançları, mesleklerini yaparken politik bir duruş almalarına gerek bırakmıyor. Çünkü, sandık başında verdikleri oylarla ülkeleri ve milletdaşları için üzerlerine düşen görevi yerine getirdiklerini inanıyorlar. Böylece, halkın adalete erişimi için her türlü iktidar biçimi ile mücadele eden bir avuç avukat, onların gözünde memleketi gericiliğe ve bölücülüğe teslim etmek için mesai harcıyor.
Halkın adalete erişimi, kadın cinayetleri, bu cinayetlerin politik boyutu, ana dilde savunma, meslekteki liberalleşme, işçileşen avukatlar, kontrolden çıkmış yargıalamalar gibi sorunları ve gerçekten hak temelli talepleri dile getiren ve bunların çözümü için mücadele vaat eden, gerçek kavga insanı Av. Filiz Kerestecioğlu ise, ittifaka rağmen arzulanan düzeyde bir oya ulaşamadı. Bunda, Filiz Kerestecioğlu’nun en ufak bir sorumluluğu yok. Ülkenin üst perdeden yürüyen siyaset anlayışının yansıması İstanbul Barosu’nda da karşılığını buldu.
Avukatların büyük çoğunluğu ezici bir oy oranı ile Av. Dr. Ümit Kocasakal’ı başkan seçerken, yukarıda sözü edilen taleplerin hiç birisini dikkate almadı. Genel kurul sürecinde yüzlerce avukatla, her yaştan avukatla konuşma fırsatımız oldu. Genel olarak, mesleki sorunların ve halkın yargı karşısındaki mağduriyetlerinin bu meslektaşlarımız açısından tali sorunlar olarak ele alındığını görmek şaşırtıcı olmasa gerek. Onlara göre öncelikli görev cumhuriyetin temel kazanımlarını korumak. Ancak atladıkları bir şey var. Daha doğrusu atladıkları değil ama sığ demogojik iktidar kavgasında dikkate alacak incelikte ve kararlılıkta pozisyon almadıkları/alamadıkları için; bu demogojinin içinde yitip gidilmesi işten bile olmadığı gibi bir kısım kazanımların böyle bir yaklaşımla korunması mümkün değil. Başka bir deyişle, ülkemizdeki her türlü iktidar hedefli kamplaşmada ve dahi dünyada, kişiler öncelikle pozisyonlarını koruma ve erkin dağıttığı her türlü pasta diliminden nemalanma arzularının bulunduğu hepimizin malumu. Bu noktada cumhuriyet kazanımlarının korunması, ancak yine bu kazanımların sınıfsal kazanımlar olduğunu anladığımızda anlam kazanıyor. Türkiye burjuva sınıfının ve askeri bürokratik elitin elindeki kazanımlar da, başka bir bürokratik elit tarafından tek tek alınmaya başlandığı için, cumhuriyetin kazanımları makyajı altında kişisel mevki ve pozisyonun korunması kavgası, tepelerde büyük pazarlıklara sahne oluyor. Nitekim Av. Dr. Ümit Kocasakal projesi de bunun bir örneği. Evet Kocasakal, büyük bir projenin sonucunda başkanlığa gelmiş ve ikinci seçim döneminde bu projenin başarılı sonucu olarak da yeniden başkan seçilmiştir. Ana akım medyanın sözde muhalif bir kısmının desteği ile önce parlatılmış sonra da bir hak savunucusu olarak meydana atılmıştır. Arkasındaki büyük hukuk oligarşisinin ağa babalarının isimlerini burada zikretmeye gerek yok. Ancak bu projenin oldukça başarılı olduğunu da yadsımaya gerek yok.
Genel kurulun birinci gününde yapılan konuşmalarda, Kocasakal hukuk siyaseti adına hiçbir şey vaat etmediğini ve birinci önceliklerinin cumhuriyet değerlerini, üniter devleti korumak ve kollamak olduğunu açıkça ifade etti. Hukuka, hukuk siyasetine, avukatların can yakıcı mesleki sorunlarına dair tek bir kelime etmedi.
Buna karşılık, Kocasakal’ın simetrik uzantısı, AKP ile yakınlığını gizlemeyen, HUP adayı Rıza Saka, sorunları kavga ile değil iktidarla diyalog halinde kalarak çözeceklerini söyledi. Ülkenin mevcut durumundan ve mesleğin konumlanışından memnun olduğunu gizlemedi ve İstanbul Barosu yönetiminden memnun olmadığını dile getirdi. Ancak yine hukuk siyasetine, savunma hakkına, avukatların konumuna ilişkin Kocasakal’dan çok da farklı şeyler söylemedi. Buna karşılık Av. Filiz KErestecioğlu’nun konuşması, vaatleri ve bu vaatlere ulaşmak için ileri sürdüğü projeleri gayet netti. Kadın cinayetlerinin politik yapısından, bunlarla mücadele araçlarından, ezilen, yoksul insanların hak arama mücadelesine sunulacak destekten ve buna ilişkin projelerinden, avukatların mesleki sorunlarından, bunların çözümlerinden somut ve net çözüm araçları ile bir hukuk siyasetinden söz etti. Hukuk yaratma erdeminden dem vurdu. Ve gerçekten bu adaylar içinde hukuk yaratma kabiliyetine sahip tek aday Av. Filiz Kerestecioğlu idi.
Kerestecioğlu’nun konuşması, sık sık alkışlarla kesildi. Ötekileştirmeyen, Kocasakal’ın aksine, nefretle dolu olmayan ama oldukça kararlı bir dik duruşun timsali olan Kerestecioğlu, bu yapısını konuşmasına da yansıttı. Konuşması sonrasında hiçbir adaya nasip olmamış şekilde, dakikalarca, dakikalarca ayakta alkışlandı. Konuşması esnasında, KCK davasından tutuklu meslektaşlarımızın posterleri açıldı. Kocaman alkışlar bir de onlaraydı. Salonda yoklardı ama biz onlarlaydık onlar bizlerle.
KCK tutuklamalarında, baronun meslektaşlarına nasıl sahip çıkamadığını hepimiz gördük. Baro yönetimi ise tutuklu meslektaşlarımızla da dayanışma içinde olduğunu iddia edince, Kürsüdeki Kocasakal, tutuklu meslektaşlarımızın avukatları tarafından yalan söylemekle yalancılıkla suçlandı, protesto edildi. Proteston eden meslektaşımızın üzerine yürümeye kalkan beli silahlı bir soytarı ise, kararlı bir duruşla anında ekarte edildi.
Kerestecioğlu’nu desteklemek için söz alan işçi avukat bir meslektaşımızın mikrofonu ise süreyi aştığı iddiası ile divan başkanı tarafından kapatıldı. Aslında sesi kısılan, mesleğin en can alıcı sorunu haline gelmiş işçileşme sürecine vurgu yapan meslektaşımız değildi sadece, işçi avukatların ve emeği ile geçinen halkın tüm kesimlerinin sesiydi.
Genel kurulun devamı esnasında tam bir demokrasi(?) örneğine şahit olduk. Seçmenlerine hesap vermekle yükümlü olan Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu’nun ibrası, hesap verme konuşmalarının önüne alındı. Yani önce, baronun ibrası oylandı sonra konuşmalar devam etti takdir sizin. Sadece bir not, mevcut yönetim ve başkan bunu bir alışkanlık haline getirdiler.Kocasakal’ın ilk aday olduğu 2010 Genel Kurulu’nda da aynı şey yapıldı.
Genel kurulun son konuşmasında işçi avukatlar için sunulan bir önerge lehine alınan son sözde, konuşmanın sonunda Sırrı Süreyya Önder’e atıfla kurulan bir cümle aslında tüm genel kurul sürecini ve divanın yönetim biçimini özetlemeye yetti: Faşizm, çok ayıp bir şeydir.
Yorumlar kapalıdır.