Gazze’ye dönük saldırılar ve abluka sonlandırılsın! Yaşasın özgür Filistin!

Aralık 1987, Filistin halkının Siyonist İsrail devletine karşı direnişinin simgesi olan birinci intifada’nın başlangıcı. Bugünler ise topyekun direnişin başlangıcının 25. yıldönümü. O günlerden bu zamana kadar Ortadoğu’da ve Filistin mücadelesinde birçok değişim meydana geldi. Ancak değişmeyen en önemli nokta ise Filistin halkının mücadelesinin Ortadoğu devrimi açısından barındırdığı patlayıcı etki! Emperyalizmi bölgede en çok tedirgin eden konu ise, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan devrimci sürecin Filistin mücadelesiyle birleşerek derinleşmesi. Korkulanın olmaması için, bir yandan İsrail Gazze’ye dönük saldırılarla ve ablukayla Filistin direnişini çökertmeye çalışırken, diğer yandan “demokratik gericilik” politikalarıyla, Filistin halkının kurtuluş mücadelesi “iki devletli çözüm” cenderesine sıkıştırılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz 20 gün yaşananları da bu çerçevede değerlendirmekte yarar var.

Ortadoğu’daki devrimci süreçle birlikte, Mübarek gibi tarihsel müttefikleri yıkılan ve hızlıca değişen güç dengeleri karşısında kendi alanını korumaya çalışan Siyonist İsrail devletinin saldırgan tavrı, 12 Kasım’da Filistin’e karşı başlattığı füze harekatında vücut buldu. Hamas’ın askeri kanadının liderine dönük suikastla başlattığı saldırıyla İsrail, bir kez daha Filistin halkının direnişine darbe vurmayı denedi. Ancak Filistin tarafından gelen direniş ve karşı füze saldırısı Siyonist devletin daha da saldırganlaşmasının önüne geçti. Bunun sonucunda ise Mübarek döneminden beri Filistin-İsrail çatışmasında emperyalizmin hizmetinde arabuluculuk yapan Mısır, Mursi hükümeti nezdinde de aynı rolü benimseyerek iki taraf arasında ateşkes imzalanmasını sağlamaktan öte bir adım atmadı. Mısır’da kitle seferberlikleri neticesinde devrilen Mübarek’in yerine, İsrail karşıtı bir söylemle iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’nin ateşkeste oynadığı rol, Müslüman Kardeşler’in İsrail ve emperyalizme ilişkin tutumunu ve sınıfsal karakterini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Keza Mursi’ye karşı Tahrir Meydanı’nı dolduran kitleler de bunu doğrulamakta!

İsrail’in saldırılarının durmasında ve ateşkesin sağlanmasında Filistin halkının direnişi önemli bir etki yaratsa da emperyalizmin, bölgenin kırılgan noktası Filistin’de mücadelenin derinleşmesinden duyduğu endişe de kritik bir yere oturmakta. Çünkü, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da devrimci süreç derinleşirken Filistin halkının da bu mücadeleye katılması emperyalizmi bölgede içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya bırakabilirdi. Emperyalizm bölgede kendi lehine kontrolü sağlamaya çalışırken Filistin sorununu bir şekilde gündemden uzak tutmaya ve hatta kendi yöntemleri ile “çözmeye” çabalamakta. Bu yöntem ise “Filistin’de iki devletli çözüm”. 30 Kasım’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul’unda yapılan oylama sonucunda Filistin’in “gözlemci kuruluş” olan statüsü “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüne dönüştürüldü. Bu statü değişimi ve Filistin’in BM tarafından “devlet” olarak adlandırılması Filistin halkının yıllardır sürdürdüğü mücadelenin bir sonucu ve ABD ile İsrail’e karşı kazanılmış önemli bir mevzi. Ancak emperyalizmin, Filistin yönetiminin iki burjuva kanadı olan El Fetih ve Hamas’ı “iki devletli çözüm” planına kazanması için böyle bir adım atması gerekmekteydi. O nedenle, statü değişimi tek başına, İsrail’in işgalci politikalarının sonlanmasını getirmeyecek. Ve eğer biz, Filistin halkının özgürlüğünden, İsrail ambargosundan ve saldırganlığından tamamen kurtulmasından, bölgede kalıcı barışın sağlanmasından söz ediyorsak, emperyalizmin “iki devletli çözüm” planı bu talepleri karşılayabilecek niteliğe sahip değildir.

“İki devletli çözümle” hedeflenen Filistin Kurtuluş Örgütü vasıtasıyla, tümüyle emperyalizme bağımlı Filistin devletçiği ile işgalci Siyonist rejimin bir arada yaşaması ve bu yolla Filistin emekçi halkının İsrail’e ve onun işgalciliğine karşı bir intifada örmesinin önüne geçilmesidir. Bu plan, emperyalizmin bölgede kontrolünü artırmasına hizmet ederken gerçek bir “barışın” sağlanmasının da önünü açmayacaktır. Bunun temel nedeni ise İsrail devletinin karakteridir. 1947 yılında emperyalizmin dünya siyasetindeki ihtiyaçları doğrultusunda Filistin topraklarında kurulan devletin ana dayanakları, Siyonizm ve emperyalizmin bölgedeki jandarmalığını üstlenmektir. Bu doğrultuda, Filistin topraklarının İsrail’in vaat edilmiş sınırlarını oluşturduğundan hareketle, Filistin halkını imha ve bölgeden tasfiye etmeyi amaçlayan ırkçı ve saldırgan bir devlettir. Özetle, İsrail’in varlığı Filistin halkının kendi kaderini tayin etmesinin önündeki en büyük engeldir.

Bu nedenlerle, bölgede kalıcı barışın sağlanması “iki devletli çözümde” aranmamalıdır. Kalıcı barışın yolu, Siyonist İsrail devletinin yıkılmasıyla bölgede dini ve etnik temele dayanmayan, laik ve demokratik bir Filistin devletinin inşasından geçmektedir. Bu da Ortadoğu’da emperyalizme karşı tüm emekçi halkların birleşik mücadelesiyle mümkündür. Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci süreci ortak mücadelenin yolunu açarken, 25. yıldönümü olan birinci intifada da örnek seferberlik deneyimi olarak önümüzde durmaktadır

Gazze’ye dönük saldırılar durdurulsun, abluka kaldırılsın!

Yıkılsın Siyonist İsrail devleti!

Yaşasın laik, demokratik ve ırkçı olmayan tek Filistin devleti!

Yorumlar kapalıdır.