ABD’de borç krizi

Sonunda şimdilik de olsa bütçe ve borç krizi bir uzlaşmayla aşıldı. “Kapanan” hükümet, bir süredir yerine getiremediği kamu hizmetlerini en azından Şubat 2014’e kadar sürdürecek; sonrası yeniden pazarlığa bağlı görünüyor.

Yanlış anlaşılmasın, “azgelişmiş”, “geri”, “bağımlı” veya “yarı sömürge” olarak tabir edilen bir ülkeden söz etmiyoruz. Sözünü ettiğimiz kapitalist emperyalizmin kâbesi Amerika Birleşik Devletleri. “Dünyanın en borçlu ülkesi” namıyla da biliniyor; borçlarının toplamı şu anda yaklaşık 17 trilyon dolar! 2013 başı itibariyle borçlarının %47’si (5,6 trilyon $) dış yatırımcıların elinde bulunuyordu. En büyük alacaklılar Çin ve Japonya. Çin’in alacağı, yani Amerikan Hazine kâğıtlarına yatırdığı miktar 1,3 trilyon dolar, Japonya’nınki ise 1,1 trilyon.

Sistemin devamı açısından borçlanmanın sürdürülmesi şart. Ancak bir de “Borç Tavanı” var. Bu tavan ülkenin bir borç bataklığına düşmemesi amacıyla 1917’de konulmuş ve Kongre tarafından denetleniyor. Limit, yıllar boyunca çeşitli defalar yükseltilmiş (60’lardan bu yana tam 60 defa). En son Şubat 2013’te tavan 16 trilyon 699 milyar dolara ulaşmış; ancak bu rakama daha Mayıs ayında varıldığı ve o zamandan beri ancak “olağanüstü tedbirlerle” kaynak sağlanabildiği için tavanın yeniden yükseltilmesi gerekiyor. “İyi, o zaman yükseltilsin, emperyalizm ve sermaye hizmet bekler!” denilebilir. Hele bir de işin şakası yoksa. Ancak ortada bir teferruat var. Sistem her ne kadar mali sermayenin milli ve uluslararası âli menfaatlerinin savunulması, garanti altına alınması esasına göre yürüyor olsa da Amerikan iç siyaseti diye bir gerçek var ve bu gerçek, solcularımızın bir çoğunu ilgilendirmemekle birlikte bütün diğer toplumlar gibi sınıflı bir toplum olan ABD’deki sınıfsal, toplumsal ilişki ve çelişkilerin bazen doğrudan, bazen de dolaylı bir ifadesi. Yani dünya siyaseti gibi ABD siyaseti de, her ne kadar kimi şirket yöneticileri devletin yönetim organları içinde doğrudan yer alsalar da, emperyalist bir merkezden basılan bir düğmeyle idare edilmiyor. Üstelik bütün bu olup bitenlerin temelinde başta ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, neoliberal hurafelerin aksine devlet müdahalesi ve bir tür “millileştirme” yoluyla atlatılmaya çalışan büyük bir kapitalist kriz var.

Cumhuriyetçiler ve özel olarak da bunların içindeki “aşırı sağcı” Çay Partisi grubu, kapitalizmin bu büyük krizinin bedelini ödeyen emekçi ve yoksul kesimlerin durumunu biraz olsun düzeltebilecek her türlü girişimin, kamu harcamasının karşısına bütün güçleriyle dikiliyor. Cumhuriyetçilerin bir bölümünün siyasi istikballerini ve temsil ettikleri sermaye gruplarının çıkarlarını riske etmemek amacıyla uzlaşma eğiliminde olmalarına karşın, ABD toplumunda güçlü yerel kökleri olan “derin gericiliği” ve “klasik orta sınıfın potansiyel faşist kesiminin seçkinlerini” temsil ettiği söylenen Çay Partisi, çözümü kilitliyor. Ortaya koydukları amaçları, Amerikan toplumundaki, krizle birlikte daha da yaygınlaşan sosyal eşitsizlik ve yoksulluğu bir ölçüde yaşanılır kılmayı hedefleyen Obama’nın Sağlık Reformu’nu işlemez hale getirmek. Uzlaşma şartı olarak ileri sürdükleri arasında kamusal harcamalara yönelik diğer kesintiler de yer alıyor…

Ancak işin sakası olmadığı ve sadece ABD ile sınırlı kalmayıp bütün dünya için bir felâkete yol açabileceği bilindiği için kimse bu engellemenin sonuna kadar götürülebileceğini düşünmüyordu, nitekim (şimdilik) öyle oldu ve 16 Ekim’de, yani eldeki paranın kritik sınıra ulaşacağı (30 milyar dolar) 17 Ekim’den bir gün önce geçici bir uzlaşma sağlandı. Buna göre güvenlik dışında tüm federal hizmetleri durdurup memurları ücretsiz izinle evlerine göndermek zorunda kalan ABD hükümetine 15 Ocak 2014’e kadar bütçe harcama yetkisi ve 7 Şubat 2014’e kadar da borçlanma tavanının yükseltme yetkisi verildi. Ancak bu kısa süreli yetkiler karşılıksız değil: İki tarafın temsilcilerinin uzun süreli bir bütçe kesintisi programı üzerinde çalışacakları belirtiliyor. Bunlar emekli maaşlarından %4 kesinti ve tavanın yükseltilmesi oranında gelecek 10 yıldaki harcamalardan yapılacak kesintileri de kapsayacak.

Öküzün boynuzundaki dünya!

Felaket şimdilik atlatıldı deniyor. Ancak atlatılamasaydı neler olurdu meselesine girenler kapkara bir tablo çiziyor. Bu tablo, kimilerinin “Yavaş yavaş çıkıyoruz!” dedikleri krizin halen nasıl sürdüğünü ve daha nelere gebe olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Tablonun en göze çarpan yönü Cumhuriyet gazetesinden Ergin Yıldızoğlu’nun “Borçlarını daha fazla borçlanmadan ödeyemeyen ülke” olarak tanımladığı ABD’nin vahim durumu. Gerçi bize dert değil, fakat gerçek bu; emperyalizm küçümsenmeye gelmez ama hesap yaparken aklımızda olsun! (Özellikle de dünyanın emperyalizmin boynuzu üzerinde durduğuna ve bir panelin üzerindeki düğmelere basılarak yönetildiğine dair inanç ve teoriler açısından!) Ancak “öküzün boynuzu” meselesi yine de ciddiye alınmak zorunda; çünkü ABD’nin mali iflasının dünya ekonomisini altüst edecek bir zincirleme reaksiyona yol açması ve şimdilik “varlık alımları” ve yeni borçlanmalar yoluyla idare edilmeye çalışılan dünya krizini tam bir felâkete dönüştürmesi kuvvetle muhtemel. Çünkü Amerika’nın borçlarını ödeyemez hale gelip “temerrüde” düşmesinin kaçınılmaz sonucunun, %47’sini dış yatırımcıların elinde tuttuğu ve bütün dünyada en güvenilir araç olarak kabul edildiği için bütün banka ve devletler arası ilişkilerde teminat olarak kullanılan Amerikan Hazine tahvillerinin bütün itibar ve değerini kaybetmesi olacağı biliniyor. Bu durumun ABD’nin mali iflası ile birlikte bütün dünya ekonomisini de çökerteceğini, var olan krizi şiddetlendirerek “küresel bir felâkete” yol açacağı, başta ABD olmak üzere tüm dünyada çok daha da ağır toplumsal sorunlara ve çatışmalara neden olacağı açıkça ortada.

Amerikan kağıtlarına olan güvenin azalmasının bütün askeri gücüne rağmen (Ki onun da o kâğıtlarla ve dolayısıyla borç parayla işlediği biliniyor!) ABD’ye ve onun temsil edip ayakta tutmaya çabaladığı dünya düzenine olan güveni de azaltacağı (hatta azalttığı) anlaşılıyor. Yine Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu’nun aktardığına göre Washington Post’tan Ezra Klein, “Ya ABD’nin siyasi sisteminin gerçek piyasa fiyatı, piyasaların varsaydığı fiyatı yansıtmıyorsa?” sorusunu sorarak derin bir endişeyi ve bir yığın ihtimali dile getiriyor.

Krizin geçmişte var olan dünya dengelerindeki değişimi derinleştirip hızlandırdığı görülüyor. Eğer bu görüntü gerçeği yansıtıyorsa, o zaman sorunu çoğunlukla alışılageldiği üzere jeopolitik ve jeostratejik bakış açılarıyla sınırlayan inanç ve görüşlerden vazgeçip asıl olarak toplumsal mücadeleler ve sınıf çatışmaları alanında değerlendirmek gerekiyor. Çünkü emperyalizm meselesini sadece devletler ve ülkeler arası boyutuyla ele almak onun asıl olarak “kapitalizmin bir aşaması” olduğunu ve nihai hesaplaşmanın sınıf mücadelesi alanında verileceğini unutmak olur. Unutulmaması gereken bir husus da ABD toplumunun, diğer bütün toplumlar gibi kapitalizmin çelişkilerinden ve sınıf mücadelesinin yasalarından muaf olmadığıdır…

Yorumlar kapalıdır.