Yaşam hakkı, peki ama kimin için?

17 Aralık tutuklamaları ve sonrasındaki süreç ile beraber hükümetin dehlizlerindeki pisliklerin ortaya saçıldığı ve AKP hükümeti için yapısal krizin derinleştiği bir süreçten geçiyoruz. Böylesi bir hengame döneminde, biz kadınlara yönelik saldırıların da artacağının bilincindeydik, çünkü hükümet cephesi kendi iç krizlerinin bir çözümünü de beden politikalarında ve kadınlara yönelik saldırı programlarında görüyor.

Geçtiğimiz günlerde, 16 yaşında tecavüze uğradığı için hamile kalan F.T.’nin kürtaj talebi için, 10 haftalık yasal sınır geçildiği iddiasıyla yargı kararı istendi. Hakim; “Anne yönünden sorun yaratmadığı ve başka zorunluluk hali olmadığı sürece gebeliği sonlandırmak ceninin yaşam hakkının ihlali sayılır!” dedi ve hükümet ve yargı el ele kadınlara bir mesaj verdi: Tacizciyi, tecavüzcüyü koruyacağız, ve her ne olursa olsun doğuracaksınız, sizler kuluçka makinelerisiniz!

Bu karar üzerine, ana akım medya yaşamın ne zaman başladığına dair yüzyıllık tartışmalara başvurdu, cenin insan mıdır, hak sahibi bir özne midir, bunlar yeniden belirlenmeye çalışıldı. Tecavüz durumunda bile kadına senin psikolojin, senin kararın önemli değil, doğuracaksın diyen bakış açısı ve kadının bu durumdaki hakları ise konu dahi edilmedi. Böylesi bir tartışma ortamı ise, haliyle kadınları yeniden savunma hattına taşıyarak bedenlerimizin özdenetimini ve kürtaj hakkını pazarlık nesnesi haline getiriyor. Kadının, hayatı ve bedeni üzerindeki haklarını hiçe sayarak, ceninin yaşamı üzerine söylenen her söz, doğrudan biz kadınların bedenlerine, cinselliklerine ve hayatlarına dokunuyor; böylece biz farketmeden, erkek-egemen sistemden söke söke aldığımız haklar saman altından su yürütür gibi talan ediliyor.

Temel haklar üzerinde pazarlık payı bırakılamaz; bu nedenle tartışmayı başka bir yerden yeniden kurmalı, ve sormalıyız: Kimlerin yaşam hakkı vardır? Baktığımızda hükümetimiz epey ceninsever ve çocuk düşkünü görünüyor, Sağlık Bakanı “Kadınlar doğursun, devlet bakar” diyor, Başbakan başka bir yerden haykırıyor, “Her kürtaj Uludere’dir” diye. Her fırsatta dile getiriyorlar; aile en önemli kurumdur, ailenin mihenk taşı kadındır, kadınlar doğuracak, üretecek! Peki, doğurduk diyelim, bakım ve sağlık masraflarını da sorgusuz sualsiz üstlendik, sonra ne oluyor? O çocuğun can güvenliğini kimler üstlenecek? Ya devlet dersinde öldürülen çocuklara ne olacak? Ceninin yaşam hakkını delice savunanlar, 14 yaşında devletin kolluk güçleri tarafından vurulan Berkin Elvan’ın da yaşam hakkını savunacak mı? Ahmet Atakan, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş gibi birçok isim devlet terörü tarafından öldürüldü, ama görünen o ki, yasa onları korumuyor ve onların isimleri yaşam hakkı olanlar arasında değil!

Cenini öldüren katildir diyenler, kendi cinayetlerini örtmeye çabalıyorlar. O korudukları ceninler, çocuk ya da insan sayılabilecek yaşa geldiklerinde ve özgürlükleri için mücadele ettiklerinde paylarına düşen, hunharca katledilmek oluyor. Anladığımız şu ki; şiddet tekelini elinde bulunduran devlet, bu şiddeti her ne şekilde uygularsa uygulasın, isterse öldürsün, o şiddet meşrudur!

Demokrasi maskesi ve “güya” eşitlikçi yasaları altında AKP hükümeti ve sermaye bugün tamamen çürümüş haldedir. Yeri geldiğinde kendi yasalarını ve uygulamalarını yok saymayı çok iyi bilen AKP hükümeti, kendi çektirdiği bunca acı, zulüm ve şiddete karşı pervasızlık ve utanmazlık içerisinde kürtaj olan kadınların katil olduklarını ilan ediyor, sanki kürtaj bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılıyormuş gibi göstermeye çalışıyor. Tecavüz söz konusu olduğunda bile, kadına doğuracaksın diyecek kadar ileri gidiyor… Biz kadınlar kendi bedenlerimiz ve hayatlarımız üzerindeki söz hakkını, hükümetinin keyfi uygulamalarına bırakmıyoruz ve kürtaj hakkımızdan vazgeçmiyoruz! Kürtaj haktır, karar kadınların!

Yorumlar kapalıdır.