Filistin’de savaş ve ateşkes: Kim için?

İsrail’in Gazze’de 7 Temmuz’dan itibaren giriştiği katliamın yaklaşık iki aylık bilançosu 2 binden fazla ölü ve 11 binden fazla yaralı. Öldürülenlerin 560’ı çocuk ve %85’i sivil. Aslında Siyonist İsrail’in saldırganlığı, gerçekleştirdiği katliam ve zulümler birçoğumuz için beklenmedik bir durum değil. Zira emperyalizmin bölgedeki ileri karakolu olan İsrail varlığını ancak (başta Filistinliler olmak üzere) bölge halklarının katli pahasına sürdürebilir. İsrail, yaklaşık iki ay boyunca son yılların en büyük katliamını gerçekleştirmesine rağmen 2012’deki ateşkesin şartlarına çok benzeyen bir ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum Filistin halkı için kısmi bir zafer anlamına geliyor. Zira, 11 binden fazla okul, cami, ev ve hastanenin yıkılması ve on binlerce insanın evsiz kalmasına rağmen, en ileri teknolojik silahlarla kendisine saldıran düşmana karşı onurunu korumasını bilmiş ve bulunduğu her alanda (hapishanede açlık grevi de dahil olmak üzere) elindeki tüm araçlarla İsrail ve işbirlikçilerine karşı canını ortaya koymuştur. Bunun sonucunda, Gazze’ye uygulanan ambargonun hafifletilmesi gibi kısmi tavizleri kazanabilmiştir. Ancak bu, İsrail’in ve Hamas’ın görünürde neden başladıkları yere geri dönmüş oldukları sorusunu tam olarak cevaplamıyor.

İsrail krizini ötelemek için Gazze’ye saldırıyor!

Son saldırı başlamadan önce, bir Filistin devletinin kurulmasına yol açacak herhangi bir barışa yanaşmayan Netanyahu hükümeti hem içeride hem dışarda giderek destek kaybetmekte ve yalnızlaşmaktaydı. Batı Şeria’daki El-Fetih hükümeti ve Hamas’ın yıllar sonra ilk kez bir birlik hükümeti kurmasının İsrail hükümetinde belli oranda bir gerginliğe yol açtığı söylenebilir. Filistin’de birlik hükümetinin kurulmasından yalnızca on gün sonra İsrail güçleri aranmakta olan bir Filistinliyi bisikletiyle giderken vurdu. Bisikletteki diğer çocukla beraber iki kişi hayatını kaybetti. Bu olaydan bir gün sonra, son katliama sebep olan üç İsrailli gencin kaçırıldığı haberi geldi.

Yaygın kanının aksine İsrail’de rejim görüş ayrılıklarından bağımsız, yekpare bir yapı değil. Burjuva medyada yine yaygın bir yanılsamayı yeniden üretmek adına “şahinler” ve “güvercinler” olarak adlandırılan ve aslında rejim içindeki egemen güçlerin temsilciliğini yapmakta olan bu iki kanadın uzlaştığı temel nokta Filistin halkının tecriti ve imhası yoluyla Filistin’in Filistinlilerden arındırılması ve Siyonist İsrail devletinin varlığının garanti altına alınması. Sözü edilen ayrım ırkçı ve soykırımcı bir devletin devamının nasıl sağlanacağı üzerine bir ayrımdır. Bir başka deyişle, İsrail’in istediği tarzda bir barışın askeri yöntemlerle mi yoksa demokratik gericilik politikalarını esas alan bir yöntemle mi sağlanacağı konusundadır. Dolayısıyla, rejim içindeki bu gerilimleri savaş isteyenlerle barış isteyenlerin bir çatışması olarak okumanın doğru bir yaklaşım olmadığını belirtelim.

Aralarında İsrail iç güvenlik teşkilatı, askeri istihbarat teşkilatı gibi rejim içinde kritik mevkilerde görev yapmış demokratik gericilik yanlısı “eski” bürokratların son dönemde çeşitli vesilelerle iyiden iyiye dillendirmeye başladığı gibi artık İsrail için “kendi barışını” inşa etme vaktinin geldiğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

Bu görüşe göre, barış görüşmelerinin “bir şekilde” başarısızlığa uğraması halinde İsrail, Filistin tarafı olmadan kendi sınırlarını belirler ve onları korumak için mevzilenirse hem içeriden hem dışarıdan rejimin izolasyonunun önüne geçilmiş olacaktır. Bu plan, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim yerlerini korumak için Batı Şeria’nın bir kısmından çekilerek Gazze’dekine benzer bir tecrit politikası izleneceği anlamına geliyor. ABD’deki Yahudi lobisine yakın bazı düşünce kuruluşlarında (uygulanabilirliği tartışılır olmakla beraber) Hamas ile mücadele yöntemlerinden biri olarak Batı Şeria için “Marshall Planı’na” benzer bir planın önerilebileceğine dair görüşlerin konuşulduğunu da belirtelim. Bu, Batı Şeria’yı Filistin’in Güney Kore’si haline getirerek Gazze’yi boğmak anlamına geliyor. Ek olarak, İsrail 2005 yılında Gazze’den çekilirken o dönemin başbakanı Ariel Şaron’un “barış elçisi” olarak rejim için iyi bir makyaj malzemesi olduğu hatırlanırsa İsrail’in uluslararası imajını düzeltebilmek için çok da uzun olmayan bir vadede bu görüşün güç kazanması muhtemel.

Son bir veri olarak, Başbakan Benjamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman arasında Hamas ile mücadelenin yöntemi konusunda anlaşmazlığın olduğu bizzat Liberman tarafından basına yansıtıldığını da ekleyelim.

Filistin’de birlik için değil işbirliği için…

Mısır’daki askeri diktatörlüğün Gazze sınır kapısını tekrar kapatması ve bölgede IŞİD’in sarstığı dengelerin yeni ittifakları gündeme getirmesi dolayısıyla yalnızlaşan Hamas, Haziran ayı başında birlik hükümeti için tarihsel bir ihanet içinde olan El Fetih önderliği ile anlaşmaya vardı. Bir başka deyişle, Hamas bir kez daha silahlı mücadeleden vazgeçebileceğinin ve İsrail’i tanıyabileceğinin sinyalini verdi ve bunun karşılığında ABD birlik hükümetini tanıdı. Arap devrimleri bölgede emperyalizmin hegemonyasını ciddi anlamda sarsarken Filistin halkı da dahil olmak üzere tüm bölge halklarının mücadele azmini perçinledi. Dolayısıyla birlik hükümeti, İsrail’in istediği türden bir barış olasılığını kuvvetlendirdiği ölçüde Gazze ve Batı Şeria’da Filistinli kitleler nezdinde giderek güç kaybeden bu iki işbirlikçi önderliğin yerini kimin doldurabileceği sorusunu da gündeme getirdi.

Sonuç

Dolayısıyla son katliam, hem İsrail hükümetine ve “askeri çözüm” yanlılarına, hem de Hamas’a kaybetmekte olduğu halk desteğini geri kazanması için kısa vadeli bir “yaşam öpücüğü” oldu. Ancak İsrail tarafında, “tam bir netice” alınmadan ateşkes imzalanmasının yarattığı tepkinin İsrail’i siyasal krizin içine sürükleme olasılığı bulunuyor. Hükümet içindeki çatlakların belirginleşmesi bunun bir göstergesi. Filistin tarafı için ise cevaplanması gereken soru, katliamın ilk haftasında ölü sayısı 80 iken önerilen ateşkesi neden kabul etmediği. Daha doğrusu kabul etmek için neden 40 gün daha bekleme ihtiyacı hissettiği. Son olarak, Batı Şeria’da El Fetih hükümetinin de vazifesini yerine getirdiğini belirtelim. Gazze’deki katliamı protesto etmek için eylem yapan halka saldıran El-Fetih hükümetinin kolluk güçleri, ateşkesin imzalanmasından hemen sonra İsrail’in 4 bin dönümlük toprağa el koyup yeni Yahudi yerleşimleri için inşaata girişmesine göz yumdu.

Özetle, Ortadoğu’da karşıdevrimin kalesi ırkçı ve soykırımcı bir devletin varlığı ve onun dahil olduğu herhangi bir barış sürecinin hem Filistin halkı hem de bölge halkları için işsizlik, yoksulluk ve ölüm anlamına geleceği açıktır. Ortadoğu halklarının özgürleşmesi için emperyalizmden kesin bir kopuş ve Siyonist İsrail’in tüm Ortadoğu halklarının ortak mücadelesi ile yıkılması olmazsa olmaz koşuldur.

Yorumlar kapalıdır.