Ermenek ve Ekim
Bu satırlar kaleme alınırken 18 madenciye hala ulaşılamamış, Torunlar GYO patronu Aziz Torun ve beş şirket yöneticisi hakkında takipsizlik kararı verilmiş, son 24 saat içinde en az iki işçi daha patronların ihtiyaçları için öldürülmüştü. İşçi cinayeti haberlerinin popüler figürü Taner Yıldız madenin krokisini çizerek işlerinin zorluğunu anlatmaya çalışıyor. Ermenekli madencilere ulaşmak için kaldığı söylenen 400 metrelik mesafede ne olduğu, çalışmaların ne kadar sürede tamamlanacağı bütünüyle belirsizken Kasım ayında 100’ün üzerinde işçinin öleceği “sermayenin yasaları” gereğince kesin.
“Büyük satışlı gazeteler/Büyük büyük yazdılar: ‘Özel teşebbüs, kalkınmanın motorudur!’/Arkadaşları sordu İşçi B’ye: /-Doğru mu bu? Hem doğruysa eğer/Biz neciyiz bu işte?/Cevap verdi B:/-Biz benziniyiz o motorun:/ Biz yanarız,/ O gider.” (Peter Maiwald, İşçi B’nin hikayeleri) Kapitalizm yaşamaya devam ederken biz onlarla, yüzlerle öldürülüyoruz. Sermaye birikiminin formülüne milyonlarca işçinin el konulmuş artı-değerinin yanı sıra on binlerce işçinin kanı da katılıyor. Ülkenin derme çatma kapitalist üretim organizasyonu, yaşama pervasızca saldırarak kârını maksimize ediyor. Bir sene önce TEMA tarafından hazırlanan raporda Ermenek havzasında madene ulaşma seviyesinin su seviyesinin altında yer aldığı ve bölgenin madencilik için uygunsuz olduğu belirtilmiş, can kaybı tehlikesine açıkça dikkat çekilmişti. Isparta’da 27 kişi kapasiteli midibüse 45 kişi bindirmişlerdi. Torunlar’da asansör aylarca kapısı açık kullanılmıyor muydu? Katliamlar bağıra çağıra geliyor. Bu tabloyu, sermayenin emek üzerindeki yıkıcı tahakkümü, kapitalist şişmenin emeğin değersizleşmesine dayanması belirliyor. Sermaye, hükümet, devlet denetim aygıtları, iş sağlığı ve güvenliği şirketleri tüm bu kâr ve kan akışının düğüm noktalarında bulunuyorlar, çözüm üretmek bir yana cinayetleri garanti altına almaktalar.
Bizim için açık olması gereken şudur: İşçilerin yaşamı ve sağlığı işçilerin elinde olmalıdır. Tüm işlikler, mekan tasarımından, çalışma temposuna, iş saatlerinden, sosyal haklara kadar işçilerin müdahale ve denetimi altında yeniden organize edilmelidir. Kâr ya da klik çıkarları temelinde dizayn edildiği sürece hiçbir çözüm projesinin hükmü yoktur. Esas alınması gereken insanlığın ve yaşamın çıkarlarıdır ve bu programı yürürlüğe sokmaya yetenekli tek unsur işçi sınıfıdır. İşçi sağlığı ve güvenliği alanında işçi denetimini somut bir talebe dönüştürmeye ihtiyacımız var. İşyerlerinde, havzalarda, sektörlerde örgütlenmeye, yaşamımız üzerine kendi inisiyatifimizi koyacağımız işçi komitelerine, işçi sağlığı ve güvenliği alanında uzmanlaşmış birimlere sahip sendikalara, işçileşen toplumun ihtiyaçları temelinde kurulmuş sağlık kurumlarına yönelmek, tümü patronlarınmış gibi gözüken alanı daraltmak, üretimin ve dünyanın işçi kontrolü altına girmeden sağlıklı olamayacağını göstermek zorundayız.
Günün hayati sorusuna en sarsıcı yanıtı 97 yılı önce Ekim Devrimi verdi. Ekim, işçi kitlelerinin yaşamın tüm alanlarına yönelik müdahalesiydi ve işçi denetimi formülü, tam bir işçi kontrolüne doğru olgunlaşma stratejisiyle devrimin birikim sürecinin tümüne eşlik etmişti. “Ticari sırlar” işçilerce kabul edilmiyor, üretim süreklileşen mücadelelerle örgütlü işçi komitelerinin denetimine açılıyordu. Ekim, politik yetenek ve dinamizmiyle tarihsel bir eşiği anlatan Bolşevik önderlik ve açık bir sınıf programına dayalı olması kadar işçi kitlelerinin süregelen seferberliğinin ve işyerlerinden, mahallelere, bölgelere coğrafyayı saran işçi meclislerinin sonucu olmasıyla güçlüdür. Bir iktidar alternatifi olarak Sovyetler ve devrimci dönemde temsilcisi olduğu işçi demokrasisi, işçilerin yaşamı üzerindeki burjuva basıncın yine işçilerin tarih sahnesine dalmasıyla kırılmasıdır. Üretim, kâr maksimizasyonundan, tahrip edici yapısından sıyrılma, işçilerin belirlediği sınırlarda yapılandırılma imkanına kavuşmuştur.
Ekim, tam da bu niteliğinden ötürü işçi sağlığı ve güvenliği alanında en acil görevleri hiçbir burjuva demokrasisinin gerçekleştiremeyeceği hız ve nitelikle yerine getirme yeteneğine sahipti. 9 Kasım’da kurulan hükümet, 13 Kasım’da ilk kararnamesini açıkladı. Maddelerden biri sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi üzerindeydi. Bu kararnameyle tam kapsamlı sigortanın çerçevesi çiziliyor ve sigortalıların sigorta kurumları üzerinde tam bir kontrole sahip olacağı ekleniyordu. Aynı kararnamede, olmayan yerlerde de işçi komitelerinin hızla inşası ve sağlık alanında aktif rol üstlenmesi gereği vurgulanıyordu. 1922’de çıkarılan iş kanunu, sendikalar ve sağlık otoritelerinin onayı alınmadan hiçbir sanayi tesisinin inşa edilemeyeceğini ve yerel komitelerin ile sendikaların işçi sağlığı ve güvenliği uygulamalarına katılması ve denetlemesini içerir. Sovyetler’de 1923 yılında Meslek Hastalıkları Enstitüsü kuruldu. Bu kavramın burjuva çalışma örgütleri tarafından kabul edilmesi için ’50’li yılları beklemek gerekecekti.
Ekim Devrimi 97. yılında yarattığı birikimin her yönden güncelliğini korumasının yanı sıra işçilerin savaşa gönderilir gibi kıyıma uğradığı kapitalist çalışma sistemine karşı koymanın çıkış noktalarını da gösteriyor. Bulunduğumuz her yerin, işyerlerimizin, yaşam alanlarımızın, sendikalarımızın sermaye basıncı altında nefessiz kaldığı gün durumuna karşı yaşamı, örgütlenmeye, karar almaya, eyleme geçmeye, işçi denetiminin somut dayanaklarını oluşturmaya yönelen adımlarımız temsil edecek. Ekim’in Sovyetlere dayanarak kazandığı çözüm yeteneğine, emniyet kemersiz inşaat işçisinden, 130 metrede yemek yiyen madenciye, emekli olmak için prim biriktirirken kanser biriktiren petro kimya işçisinden kronik bel ve omuz ağrıları kalıcı hasarlara dönüşecek büro işçisine hepimizin ihtiyacı var.
Yorumlar kapalıdır.