Çözüm ve müzakere süreci

Çözüm ve müzakere sürecinde hükümet ve HDP taraflarının ortak açıklaması ile yeni bir perdeye ulaşmış olduk.

AKP’nin çözüm yolunda muhatapsızlaştırmadan, ortak açıklamalara kadar ilerlemesi, ve HDP’nin PKK’ye silah bırakma kararının alınacağı bir kongreyi toplama çağrısında bulunması ne olursa olsun tarihi bir anı belgelemekteydi. Ancak her şeye rağmen aklı selim hemen herkesin ifade ettiği üzere, sürece dair herhangi bir somut değişiklik yaşanmadı.

On madde

Yirmi yıl öncesinde hayal edilemeyecek Dolmabahçe manzarasına rağmen yüzeysel bakıldığında dahi sürecin güvenilmezliği derhal kavranabiliyor. Ortak açıklamada okunan 10 maddeye bakacak olursak, esasında derin bir muğlaklık ile karşı karşıya kaldığımızın farkına varabiliriz. Öyle ki, demokrasi söylemleri herhangi bir taleple ifade edilmiyor. Bir örnek ile somutlayacak olursak, “Özür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvencesi” diye bir madde var ancak bu yasal ve demokratik güvence nasıl temin edilir, hangi yasalar kalksın, hangileri gelsin onun cevabı verilmiyor. Ve nihayet en son maddeye gelindiğinde hepsini sağlamak adına yeni bir anayasa deniliyor ancak bu anayasanın neyi kapsayacağı ve hangi zeminde hazırlanacağı ifade edilmiyor. Zira demokrasiden yana bir anayasa dense dahi, AKP zaten “ileri demokrasi”nin savunucu olduğunu iddia ettiği için bu zemine itiraz etmeyebiliyor. On maddenin tamamı iki ezeli futbol kulübü taraftarının, derbi maçı öncesinde bir araya gelip bazı konularda anlaşma yapmalarına benziyor: “Maça gidiyoruz, takımımızı destekliyoruz, karşı tarafın konsantrasyonunu bozacak tezahüratlarda buluyoruz ve gol olunca bağırıyoruz!” Her iki taraf da söylenceden kendilerine pay çıkartabiliyorlar, ancak bunları ortak yapmaları şimdilik mümkün görünmüyor. Tabii burada şunu da eklemek gerekir ki bu futbol müsabakası eşit iki futbol takımı arasında değil de, devlet olanaklarını elinde tutan bir milli takım ile cezaevinde kurulmuş bir futbol takımı arasında geçiyor.

Ortak açıklama taraflar için dahi öylesine inandırıcılıktan uzak ki, açıklamalarından hemen sonra vakit kaybetmeksizin herkes kendi açıklamalarını yaparak aslında ne denmek istediğini kendi cephelerinden ifade ediyorlar. Böylelikle sürecin güvenilmezliği daha da güçlü şekilde gözler önüne seriliyor.

AKP içi çatlaklar

Ortak bir açıklamanın yapılması dahi hükümet kanadında ciddi bir sıkışmaya işaret ediyor. AKP iktidara geldiğinde Kürt sorununda muhatap kabul etmeyerek, sorunu tek başına pazar ekonomisi ve rejimin lehine çözmekten yanaydı. Geçen on üç yıla yakın süre içerisinde Kürt liderliğini parçalayamadı ve seferberliğin az da olsa sönümlendiğini göremedi. Muhatapsızlaştırmadan muhatap kabul etmeye giden bu durum AKP’nin bir tür yenilgisidir.

Türkiye’deki dozunu değiştiren asker-polis rejiminin iki dayanağından biri işçi sınıfını ezmek, diğeri ise Kürt halkını ezerek temel demokratik haklarını onlara tanımamaktı. Dünyada değişen konjonktür ve Türkiye ekonomisinin ihtiyaçları doğrultusunda Kürt sorununa rejim içi bir çözüm arayan AKP çelişik bir biçimde şu anda kendi meşruiyetini de bir yandan işçi sınıfına baskılardan, bir yandan da Kürt sorununa çözüm için sunacağı vaatlerden almış durumdadır. AKP’nin kendi içerisindeki Gezi ile birlikte başlayan çatlamalar Cemaat vb sansasyonlarla devam ederken, Hakan Fidan’ın adaylık tartışmaları, Abdullah Gül’ün huzursuzluğu, Arınç’ın parti ile çelişen açıklamaları, merkez bankası krizi ve daha diğerleri ile derinliğini koruduğunu göstermekte. Şu koşullar altında Cemaat ile bozuşmuş, dış politikada dışlanmış ve ciddiye alınmayan halinden AKP’yi kurtarabilecek en önemli mevzi metal grevini yasaklaması gibi işçi düşmanı politikalara sarılmak ve Kürt sorununu çözebilecekmiş gibi davranmak olabiliyor.

Parti içerisinde Erdoğan’ın, parti dışında ise partinin kendisinin hızla yalnızlaşması süreci AKP’ye ortak masaya oturmak ve açıklamayı şeklen de olsa yapmak zorunluluğu yaşattı. Ancak durumun kendisinin böyle ifade edilebilmesi dahi diyalogun güvenilmezliğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Zira AKP seçim öncesi pazarlıklarda hamle kapmaya çabalarken, HDP rüştünü ispatlamış oldu. Ancak bu durum sürecin hala AKP tarafından yönetildiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu doğrultuda sürecin güvenilmezliği daha da artarken AKP de kamu düzeni vurgusunu sürekli olarak tekrarlayarak Kobane eylemleri gibi HDP’nin kontrolünden çıkabilecek seferberliklerden yana da endişelendiğini gözler önüne seriyor. HDP’den kitleleri evlerine göndermesi talebinde bulunuyor. Seçim öncesi atmosferle ciddi bir pazarlık haline gelen tüm gelişmeler esasında kitlelerin gücünden kaynaklanıyor. Öte yandan AKP’nin ciddi sıkışmışlığını da gözler önüne seriyor.

İşçi sınıfı ve Kürt halkı

AKP’nin Kürt sorununu çözme kabiliyetine sahip olamaması ve attığı adımlarla halen kitleyi ve Kürt liderliklerini parçalama amacı gütmesi Kürt halkının haklı taleplerinin karşısında en büyük tehlike ve engelin ne olduğunu gözler önüne seriyor. Bu güvenilmez görüşmelerin karşısında 89 bahar eylemlerinde “Zonguldak Botan Hattı” diye, Gezi sırasında ise “Taksim-Lice hattı” diye haykıran kitleler esas güvenilir muhatabın kim olduğunu göstermektedir. Görüşmeler sürecinde gündeme gelen silah bırakma tartışmasında ise; Kürt hareketinin önderliğinin Türkiye işçi sınıfı ile Kürt kitlelerinin mücadelesinin arasını açacak metotlardan uzak durmaları elbette ki bu kardeşleşme süreci için faydalı olacaktır. Ancak kardeşleşmeyi zorlaştıran kimi mücadele biçimlerinin dışında Kürt kitlelerinin bugüne kadar edindikleri tüm kazanımları kendi mücadeleleriyle aldıklarını unutmamak gerekir. Bu yüzden kitlelerin süreci doğrudan takip etmeleri ve görüşmeleri AKP’nin samimiyetsizliği ve HDP’nin gizliliğine terk etmemeleri güvenilir ve onurlu bir barış için olmazsa olmazdır.

Newroz

2012 Newroz’undan beri Öcalan’ın açıklamaları ile çözüm sürecine dair yeni bildirimlerin yapılması Newrozlar’ın bir geleneği haline geldi. Ancak bölge halklarının bayramı olan Newroz Kürt halkı için her zaman bir mücadele günüydü. Hala böyle olduğunu da unutmayalım. IŞİD’in elindeki esir Peşmerge güçlerini Newroz günü yakacağını bildirmesi dahi mücadelenin ciddiyetini bizlere gösteriyor. Türkiye Kürdistanı’ndaki durum da barış kutlaması yapmaktan bir hayli uzakta. Dün Kobane’nin düşeceğine sevinen, halen kitleleri parçalamaktan yana olan AKP hükümetin güvenilmezliğine karşı, “onurlu bir barış” ve “şeffaf görüşmeler” talepleri ile Newroz alanında bulunmalıyız!

Kürt halkı bugüne değin kazandıklarını AKP’nin inisiyatifine ya da görüşmelere bırakmamalı ve Türkiye işçi sınıfı ile ortak mücadele etmenin tüm zeminlerini kullanmalıdır. Kürt halkının biricik güvenilir müttefiki hala işçi sınıfı mücadelesidir. Tek güvencesi ise kendi seferberliğini sürekli kılmasıdır.

Yorumlar kapalıdır.