Husi hareketi ile Yemen ordusu arasındaki çatışma 2014 yılının Eylül ayında kızışmaya başladı. Rejim, 2014’ün yaz aylarında gerçekleşen kitlesel seferberlikler sonucu oldukça yıpranmışken, bu çatışmalar hükümet krizini daha da derinleştirdi. Son olarak geçtiğimiz Ocak ayında başkent Sanaa’da hükümetin ve cumhurbaşkanının istifa etmesiyle, yönetim krizi yeni bir boyuta evrildi.
Krizin kaynakları
Kuzey Afrika’da Tunuslu bir diplomalı işsizin kendisini ateşe vermesiyle başlayan devrim dalgası kendisini Yemen’de de hissettirmişti. Seferberlik haline geçen Yemenli milyonlarca işçi ve emekçi sokaklara dökülmüş, rejimin temellerini sarsmıştı. Seferberlikler sonucu 1990’dan bu yana ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih istifa etmiş ve Suudi Arabistan’a sığınmıştı. Buna rağmen rejimin gövdesine dokunulmamış, rejimin aynı baskıcı ve neoliberal karakteri korunmuştu. Ertesinde burjuva muhalefet partileri tarafından oluşturulan koalisyon, seçimlerde ortak aday göstermiş ve seçimlere aslında tek aday olarak giren Abd Rabbuh Mansur al-Hadi oyların %99,8’ini toplamıştı.
Ancak eski rejimin başına gelen yeni isimler, devrimi doğuran koşullara bir çözüm getiremedi. Yeni hükümet yakıt sübvansiyonlarını kaldırarak fiyatlarda %60’dan %90’a dek varan artışlara sebep oldu. Halihazırda nüfusun yarısının yoksulluk sınırı altında yaşadığı Yemen’de gıda ve en temel ihtiyaç maddelerine ulaşmak daha da zorlaştı. Yapılan zamlar, Müslüman Kardeşlere yakınlığı ile bilinen iktidardaki Islah Partisi’nin burjuva doğasını da gözler önüne sermiş oldu. Sübvansiyonların kesilmesi karşılığında Yemen’in yeni hükümetine, IMF 560 milyon dolar, gerici Suudi Arabistan rejimi ise 2 milyar dolar kredi teklif etmişti.
Islah Partisi’nin politikalarının yol açtığı geniş protestolar ve rejime dönük duyulan öfke ve hoşnutsuzluk, 2011 devriminin tamamlanmadığını, yarım kaldığını gösteriyor. 1978’den itibaren Kuzey Yemen’i acımasızca yöneten ve 1990’da da Yemen’in birleşmesiyle Cumhurbaşkanı olan Salih, 2011’de kitleler büyük şehirlerin stratejik noktalarını ele geçirdiğinde ve devlet güçleriyle korkusuzca çatışmaya başladığında istifa etmişti. Ne var ki onun yerine gelen Islah Partisi kısa sürede kitlelerin devrimci umutlarına ihanet etti ve uluslararası sermaye grupları ile yapılan neoliberal anlaşmaları yeniledi.
Ardından 20 Ağustos 2014 tarihinde tekrar sokağa dökülen kitleler bu sefer “İkinci devrim!” sloganını kullanmaya başladı.
Husilerin sınıf karakteri
Husiler Yemen nüfusunun yaklaşık %35’ini oluşturuyor. Bununla birlikte, bu kadar güçlenmelerinin nesnel zeminini esasen Yemen’de yoksul kitleleri kendi bayrağı altında toplayabilecek bir devrimci önderliğin yokluğu oluşturuyor. Husi hareketinin önderliği, devasa yoksulluktan kendi karşıdevrimci amaçları için yararlanıyor. Mezhepçi politikalar üreterek Yemen işçi sınıfını kamplara bölüyor. Kitlelerin kendi elleriyle yarattığı devrimi çalmayı, onu manipüle etmeyi, mümkün olduğunca çarpıtmayı ve rejimi devrimci durumun potansiyellerinden korumayı amaçlayan Husiler programatik olarak burjuva karşıdevrimci bir nitelik taşıyorlar.
Husiler, yıkılmamış ancak yıpranmış olan eski rejimin, bütün baskı aygıtları ve barbarlığı ile tesis edilmesini arzuluyorlar. Sürgündeki devrik Cumhurbaşkanı Salih, Husilere sadece askeri ve lojistik destekte bulunmuyor; zira kendisi yapılanmanın bizzat içerisinde. Salih’in yanı sıra, İran’daki molla rejimi de Husilere silah yardımında bulunup mali desteğini sunuyor.
Körfez ülkeleri, emperyalizm ve askeri müdahale
Yemen Dışişleri Bakanlığı’nın Körfez ülkelerinden Yemen’e acilen müdahale etmelerini istemesinin ardından 26 Mart gecesi Suudi Arabistan önderliğindeki 10 Körfez ülkesi Yemen’i bombalamaya başladı. Batılı emperyalist devletlerin ve burjuva Arap hükümetlerinin kısa sürede desteğini arkasına alan bombalamaların sonucunda Husi hedeflerine ciddi bir hasar verilemezken, onlarca sivil hayatını kaybetti.
Bombalamaya katılan Arap ülkeleri ve Pakistan, Yemen savaşının da ötesinde ortak bir askeri güç oluşturulması konusunda anlaştılar. Bu, söz konusu baskıcı ve totaliter rejimlerin, bölgede kendi iktidarlarını tehdit edici boyutlara ulaşan devrimci mücadeleleri bastırmak için çıkar anlaşmazlıklarını ve farklılıklarını bir kenara bırakarak kendi hükümetlerini ve egemen sınıflarını korumak adına bu yönde adım attıkları anlamına geliyor.
Suudi Arabistan’ın Yemen’e bugünkü müdahalesi ilk değil. Suudi rejimi 1960’lı senelerde de Yemen devriminin karşısında var gücüyle cumhuriyet karşıtı birlikleri desteklemişti. Suudi Arabistan’ın askeri imkanları dahilinde güçlendirilen bu birlikler, askeri darbeyle son bulan imamlık rejiminin tesis edilmesi için savaşıyorlardı.
1960’ların başlarında Nasır da, bu olaylar karşısında cumhuriyet isteyenlerin tarafında yer alarak Yemen’e askeri müdahalede bulunmaya kalkıştı ancak ardından 50 bin kişilik ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Nasır, sonradan yaptığı itirafta bu olayı Mısır’ın Vietnam’ı olarak niteledi. Mısır’ın bu yenilgisinin dersleriyle eğitilmiş olan General el Sisi’nin Suudi rejimine müttefik olması için çok çalışıldığının altını çizmek lazım. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin liderlerinin birkaç hafta önce Şarm el Şeyh’e giderek 20 milyar dolarlık bir yardım ve Mısır’ın topallayan ekonomisini durgunluktan çıkarmak için ülkede yatırımlar yapacaklarını ilan etmeleri bir tesadüf değil.
Bunun yanı sıra Suudilerin 2009’da kendi ordularının yetersizliğine rağmen Husilere saldırıp, ertesinde hatırı sayılır bir Suudi toprağını hafif silahlı Husi çetelerine bırakmak zorunda kalmış olması da hala unutulmuş değil.
Burjuva kampların dışarısında bir alternatif
Elbette eski tiran Salih tarafından kontrol edilen ve İran’ın molla rejimi tarafından desteklenen Husi milislerinin desteklenebilir hiçbir tarafı yoktur. Aynı şekilde Yemen’e karşıdevrimci amaçlarla saldıran ülkelerin ve Yemen’deki yabancı askeri varlıkların da desteklenebilir hiçbir tarafları yoktur. Ne İran ne de Körfez ülkeleri, Yemen emekçi sınıflarının çıkarlarını temsil etmektedir. Bu odakların tek arzuları öndevrimci durumun bölgeye sıçramasını durdurmak ve devrimci kalkışmayı mezhepçi politikalarla yozlaştırmaktır.
Yemen emekçi sınıfları herhangi bir dış müdahaleden ve baskıdan uzak bir şekilde kendi kaderini tayin edebilme hakkına sahip olabilmeli ve kendi özgür iradeleri ile seçecekleri siyasal alternatifleri oluşturabilmelidir.
Yorumlar kapalıdır.