7 Haziran seçimleri ve Devrimci Marksist tavır
3 Kasım 2002’den 7 Haziran 2015’e
Bugün okunduğunda her ne kadar komik kaçsa da AKP, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde, “Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı mücadele!” söylemi ile iktidara gelmişti. Bu söylemlerle iktidara gelen AKP, 13 yıla dayanan iktidarı boyunca söylemlerini “sivil bir anayasa” ve “Kürt Açılımı” gibi temel bir propagandalar etrafında sürdürdü.
Bugüne değin çeşitli toplumsal kesimlerce desteklenmesi bir yana AKP esas olarak emperyalizm, Türkiye büyük burjuvazisi ve de Anadolu sermayesinin çıkarlarını ortaklaştırabilme başarısını göstermişti. Bu dönem işçilerin günlük yaşamları açısından ağır özelleştirmeler altında tırmandırılan işsizlik, işçi cinayetlerinde dünya rekortmenliği, yükseltilen emeklilik yaşı ve de örgütlenme yasakları ile karşılık buldu. Her şeye rağmen AKP tüm bu süreci bir “ileri demokrasi” tüneli olarak servis etmeyi başarmıştı. Kürt sorununu mahkum ettiği çözümsüzlük ve güvenilirlikten yoksunluk bir yana, iktidar partisi siyasi tutuklu ve tutuklu gazeteciler sayısındaki dünya liderliği ile de demokrasi maskesinin makyaj tutmayacağını devamlı şekilde sergilemeyi sürdürüyor.
2002’den bu yana köprünün altından çok sular aktı. AKP uzunca bir süre liberallerden sol liberallere pek çok çevrenin de alenen ya da zımnen desteğini alabilmişti. Ancak bu sürecin bizler açısından en acı bilançosu Türkiye sosyalist hareketinin AKP’nin sınıf düşmanı politikalarına karşılık olarak ürettiği hemen tüm yanıtların bir işçi emekçi programından giderek uzaklaşması oldu. AKP bir yandan neredeyse tüm siyasal ve sosyal İslamcı teşkilatları kendi içerisinde eritmeyi başarmışken sosyalist çevrelerin önemli bir kesimi de sahici olmayan kimi başka “demokratik” cephelerin yaratılması çabasına soyundu. Sınıf çalışması yapan kimi ufak gruplar da taktiksel değil de kalıcı eylem birlikleri içerisine girerek maalesef ki, bu süreç içerisinde bu demokrasi cepheleri içerisinde eridiler ve bir sınıf alternatifi yaratma çabalarından uzaklaştılar.
Sosyalist hareket içerisindeki bu gerilemeye ve AKP’nin tam da “ustalık” dönemini ilan ettiği bir döneme rağmen, Gezi seferberliği patlak verdi. Böylelikle AKP kendi içerisinde birden fazla kalıcı çatlama yaşadı. Hemen ardından dış politikadaki maceracı-akıl dışı siyaseti ile de ciddi bir yalnızlığa mahkum oldu. Sonuç olarak da üç farklı burjuva kesimin çıkarlarını birleştirebilme yeteneği gün geçtikçe körelmeye başladı.
Bu ciddi krize rağmen Türkiye işçi sınıfının parçalı ve önderlikten uzak yapısının yarattığı boşluktan destek alan AKP’nin, Erdoğan liderliğine biat eden kesimleri halen ekonomik karşı devrimci programı başkanlık sistemi temelinde daha baskıcı metotlarla hayatta tutabilmenin hayallerini kurmaktalar.
Geçmişten kalmış görevler
AKP, böylesi bütünlüklü saldırıların karşısında şimdiye dek edindiği temel dayanağı olan sandık meşruiyetine sıkı bir biçimde yapışmıştı. Öyle ki, istikrar arayan emekçi kitlelerin ciddi bir kesiminin de desteğini, bu vesile ile kazanabildi. Ancak, emekçi kitlelerin kendisi de bu istikrar beklentisine rağmen AKP’nin baskıcı uygulamaları ile bizzat karşılaşarak bunun bedelini ödediler. Grevci Birleşik Metal işçilerinin çoğunluğunun AKP’ye oy vermesine rağmen grev yasakları ile doğrudan doğruya karşılarında hükümeti bulmaları bu duruma verilebilecek en güncel örneklerden biridir. Bu yüzden de AKP’nin tüm siyasi ve ekonomik baskıcı uygulamalarına karşı somut talepler etrafında çalışmamız, yani bir program etrafında yanıtlar üretmemiz yakıcı bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda AKP’nin politikalarından muzdarip olup ona destek vermeyi bir biçimde sürdüren işçi emekçi kitleler içerisinde somut talepler etrafındaki çalışmaları sürdürmenin ciddi yarılmalara yol açması işten bile değildir.
Türkiye sosyalizmi ise bu gerçeğe rağmen on üç yıl boyunca sınıfçı bir çalışma izlemekten gittikçe uzaklaştı. AKP’nin güçlenerek çıktığı sandık yarışlarının karşısında sosyalistler işçi sınıfını bir araya getirebilecek onlarca yakıcı sorunu ve rejime dair bir işçi demokrasisi talebini bir yana bırakarak çeşitli demokratik cepheler (halk cepheleri) oluşturmaya gittiler. Bu durum sınıfın taleplerinin daha da duyulmaz olmasına sebep olup demokrasi ve yoksulluğa dair verilen mücadelelerin sürekli olarak mevzi kaybetmesine sebep oldu. 7 Haziran seçimlerine girerken de, İşçi Demokrasisi Partisi olarak mücadeleci işçilerin ve işçi sınıfı içerisinde çalışan sosyalist örgütlenmelerin bir araya gelmesi için mücadele ettik. İşçi sınıfını sanal olarak bölen “İslamcı hareket, laik akım ve Kürt ulusalcılığı”na karşı bir sınıf rotasının hayata geçmesi için gücümüzce çalışmalara giriştik. Her ne kadar 7 Haziran seçimleri için sınıfın seferberlik halindeki sektörlerinin somut bir program ile sınıf rotasına yönlenmesini sağlayamadıysak da kat ettiğimiz mesafe ve imkanlar bizlere hâlâ böylesi bir sınıf rotasının etrafında kümelenmenin gelecekte fazlasıyla mümkün olduğunu göstermektedir.
Kitlelerin mücadelesine güveniyoruz, seçimlerde HDP’yi destekliyoruz
Emek eksenli ve somut bir program etrafında kümelenen bir güç birliğini ne yazık ki bu seçimlerde de yaratamadık. Bu asli görevimiz bir yanda dururken, içerisinde bulunduğumuz şu dönemde devrimci Marksistler için Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını desteklemek, AKP’yi mecliste sayısal olarak geriletmek, başkanlık temalı AKP tipi yeni anayasanın önünü kesmek ve toplumsal mücadeleler üzerindeki basıncın azalmasını sağlamak amacı ile seçimlerde HDP’ye eleştirel destek sunmak en doğal yaklaşımdır.
Program niçin bir zorunluluktur?
Seçimlerde bir sınıf alternatifinin yaratılamamış olması, şu ya da bu sebeple bizleri mevcut programlara entegre olmaya asla zorlayamaz. İfade ettiğimiz gerekçelerle HDP’ye destek olurken bir yandan da işçi sınıfının kapsayıcı bir devrimci partisinin inşasının ne kadar da önemli olduğunu bir an için bile aklımızdan çıkaramayız. Bu yüzden seçim sürecinde, kendi programımız etrafında bir çalışma yürütmemiz bizler için elzemdir. Ancak talepleri belirli olan ve işçi sınıfını odağına alan bir çalışmanın etrafında sınıfın mücadeleci sektörlerini bir araya getirme şansına sahip olabiliriz. Dahası, bir program etrafında hareket etmedikçe herhangi bir biçimde kalıcı bir sonuç elde etme şansımız da olamaz.
Bugün seçimler vesilesi ile dünyanın pek çok farklı bölgesinde işçi sınıfı adına olumlu ve olumsuz işbirlikleri denemeleri yaşanmaktadır. İşçi sınıfının kitlesel partilerinin revizyonizmin ve reformizmin elinde neredeyse yok olduğu bir dönem gerimizde kaldı. Bunun doğrudan bir sonucu olarak da muhalefet çalışmaları seçim dönemlerinde kendisini bir biçimde kurulan seçim ittifakları ile ifade etmektedir. Ancak bu çalışmaların büyük çoğunluğu somut bir programa sahip olmadığından ya da esnek ve hızla vazgeçilebilir programlara sahip olduklarından ötürü maalesef ki başarısızlıklar ve moral bozuklukları ile tamamlanmaktadır. En genel bir demokrasi başlığını takiben gelen toplumun mücadele halindeki tüm sektörlerinin sadece sıralanması, ayıp olmasın diye de “emeğin özlük haklarının” bu sıralamaya eklenmesi sonucunda maalesef ki ortaya yalnızca bir ruh hali koyulup, bir program koyulmayınca tüm bu inisiyatiflerin başka bir programa eklemlenmesi ve moral bozuklukları dışında elde başka pek bir şey kalmamaktadır. Yine de örnekleri içerisinde azınlıkta kalsalar dahi süreklilikleri ile Türkiye işçi sınıfı içerisinde çalışan bizim gibi sosyalistlere doğru emsal teşkil edebilecek kimi ittifaklar da mevcuttur. Katalonya’da Enternasyonalist Mücadele’den yoldaşlarımızın da içerisinde bulunduğu CUP-AE gibi ezilen halkın mücadelesiyle işçi sınıfının taleplerini kapitalizmden ve monarşi rejiminden kopuş ekseninde birleştiren bir ittifak ve tabii ki Arjantin’de içerisinde yine yoldaşlarımızın da bulunduğu FIT (Sol Cephe) gibi ittifaklar ne istediği belli olan bir seçim programı etrafında hem mücadeleci sektörleri bir araya getirmek hem de sınıf mücadelesine kimi yeni mevziler kazanarak onu güçlendirmek gibi olumlu kazanımları doğurmuştur.
İfade ettiğimiz gibi bugün Türkiye’de maalesef ki böylesi olumlu bir deneyimi yaşama olanaklarımız kısıtlı görünmektedir. Ancak gerek AKP hükümetinin işçi sınıfı üzerinde yarattığı tahribat gerekse rejimdeki baskıcılaşma eğilimleri, bu gibi fırsatlara hiç olmadığı kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir. Öyleyse işçi sınıfının kitlesel ve devrimci bir partisinin inşasını hedef almış bizler için de şimdiden işçi sınıfının ve Türkiye’deki mücadele dinamiklerinin en acil ihtiyaçlarını ifade eden taslak bir programa sahip olmak yeri doldurulmaz bir ihtiyaçtır. Seçimlerde de bu programın etrafında sürdürdüğümüz çalışma ile, işçi sınıfının mücadele halindeki sektörlerini seçimin sonrasında da bir arada tutmaya çabalamak hedefimizi oluşturmalıdır.
İDP olarak üzerimizde ikili bir sorumluluk mevcuttur. Birinci sorumluluğumuz AKP’nin geriletilmesi ve HDP’nin etrafındaki kitle mücadelesini doğru bir biçimde ve bayrakları karıştırmadan desteklemektir. Seçim sürecinde yaşanabilecek saldırılar, provokasyonlar konusunda elimizden gelen desteği sunmak ve aktif bir seçim çalışması yapmaktır. İkinci ve asıl görevimiz ise şudur: İfade ettiğimiz temel taleplerimiz etrafında işçileri mücadeleye ve mücadeleci sınıf sektörlerini de bu talepler etrafında birlikte mücadele etmeye çağırmaktır. Yani sınıf bilinçsiz bir işçiyi iş güvencesi temelinde mücadeleye çağırırken, mücadele halinde olan işçilerle de yine iş güvencesi ya da grev yasaklarının kaldırılması gibi hususlar etrafında bir arada mücadele etme
çağrılarında bulunmaktır. Elbette ki biz İDP’nin ya da herhangi bir başka sosyalist partinin kendi kendisine büyüyerek kitlesel bir işçi partisini kurabileceğine inanmıyoruz. O sebeple bu gibi somut talep ve çalışmalar etrafında kurulacak birliklerin kitlesel bir devrimci işçi partisi inşa etmek hususunda bir sıçramaya yol açabileceğine inanıyoruz.
7 Haziran için üç temel başlık
Bizler Türkiye’de yaşayan her kesimin ortak çıkarlara sahip olduğuna inanmıyoruz. Grevlerin yasaklanmasından yana çıkarları olan kimselerle, toplu sözleşmesinde açlık sınırının altında maaşlara mahkum edilen kimselerin çıkarlarının aynı olduğunu düşünmüyoruz. Kadın cinayetlerini işleyen erkeklere ceza indirimi verenlerle, tecavüzcüsünü öldüren kadına müebbet verenlerin ortak çıkarları olduğunu düşünmüyoruz. Elektrik özelleştirmeleri sonrasında ülke çapında elektriksiz kalanlarla, soruna çözüm olmayan nükleer santrali isteyenlerin çıkarlarının da aynı olduğunu düşünmüyoruz. İşte bu yüzden de 7 Haziran Seçimlerinde iş güvencesi, kaderini tayin hakkını da kapsayan demokratik dönüşümler ve emperyalizmden kopuş başlıklarını içeren bir programa ihtiyacımız olduğunu ifade ediyoruz.
İDP’nin seçim programı
İş güvencesi
İşçi sınıfı güvencesiz; sürekli ve düzenli iş imkânlarına sahip değil; esnek, taşeron, düşük ücretli, sigortasız ve sendikasız çalışma koşullarına boyun eğiyor. Bu koşullar altında çalışmaya mahkum edilirken bir de patronların kâr hırsları karşısında öldürülüyor. Ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik bu koşulları daha da yaygınlaştırıyor. Bu da yetmezmiş gibi bir de grev yasakları ile mücadele dinamiklerinin önü kesilmeye çabalanıyor.
Bu yüzden;
Toplu Sözleşme ve Grev Hakkını Sınırlayan Barajlar Kalksın, Tüm Çalışanlara Grevli Toplu Sözleşmeli Sendikal Örgütlenme Hakkı!
Taşeron ve Esnek Çalışma Yasaklansın!
Herkes için İş ve İş Güvenceci! Kadınlara, Çocuklara ve Çıraklara Yönelik Ayrımcılığa Son!
Eşdeğer İşe Eşit Ücret!
İşçi Cinayetlerinin Yaşandığı İşletmeler İşçi Denetiminde kamulaştırılsın!
Sendikalar Üzerinde Devlet Denetimi Kalksın, Sendikalarda İşçi Denetimi! 6 Saat İş Günü! Herkese İş!
Demokratik dönüşümler
Her şeyden önce yüzde on gibi dünyanın en yüksek seçim barajlarından birinin mevcut olduğu bir ülkede seçimlere giriyoruz. Bu yüzden yüzde on seçim barajının kaldırılması temel taleplerimizden biri olmalıdır. Erdoğan’ın yeni bir anayasa etrafında bir başkanlık sistemine geçme hedefi ise Türkiye’deki tüm ezilen kitleler daha baskıcı bir döneme girilmesinin arzulandığını göstermektedir. Buna karşılık mevcut yasaların da demokratik bir yönünün olmadığını biliyoruz.
Bu yüzden;
Yüzde On Seçim Barajı Kaldırılsın!
Yoksulluk Sorunu Çözmek ve Kürt Halkına Kaderini Tayin Hakkı Dahil Olmak Üzere Ana Dilde Eğitim Gibi Tüm Yasal Haklarını Güvence Altına Almayı Sağlayacak Bir Anayasayı Hazırlaması İçin Kurucu Meclis!
İç Güvenlik Paketi ve Benzer Tüm Anti Demokratik Uygulamalar Çöpe!
Üniversitelere Rektör ataması uygulaması sonlandırılsın!
Siyasi Tutsaklar ve Tutuklu Gazeteciler Serbest Bırakılsın!
Kadınlar Üzerindeki Sırf Kadın Olmalarından Kaynaklanan Her Türlü Baskı Sonlandırılsın! Kadına Yönelik Şiddet Kamu Davası Statüsüne Alınsın!
LGBTİ Bireyleri Hasta Polisiye Vaka Haline Getiren Tüm Uygulamalar Sonlandırılsın!
Doğanın Talanına Karşı Tüm Kirletici Sanayiler, Su ve Tohum Tekelleri İşçi Denetiminde Kamulaştırılsın!
Emperyalizmden Kopuş
Erdoğan önderliğinde bugün bir yandan Avrupa ve AB’ye kafa tutuluyor gibi görünse de, esasında toplam dış borç stokunun rekor kırması ile emperyalizme bağımlılık ilişkisi halen sürdürülmektedir. Öte yandan müdahaleci bir dış politika bir yandan Ortadoğu devrimlerini hedef alırken öte yandan da Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin hiçbir çıkarına hitap etmemektedir.
Bu yüzden;
Başta Yemen’e Müdahale İçin Gönderilen Tüm Türk Kuvvetleri Olmak Üzere Dünyanın Her Yerindeki Askeri Güçler Geri Çağırılsın! Özel Sektörün Dış Borç Ödemelerine Devlet Güvencesi Kaldırılsın!
Herhangi Bİr Yaptırıma Karşılık Devletin Dış Borç Ödemeleri Durdurulsun!
İşçi Düşmanı AB ile Görüşme Süreci Sonlandırılsın!
Arap Devrimci Sürecinde Rejimlerle Savaş Halinde Olan Başta Emekçi Kitleler Olmak Üzere Tüm Devrimci Güçler Desteklensin! IŞİD Gibi Karşı Devrimci Güçlere Değil, Ortadoğu İşçi ve Devrimcilerine Destek!
Yorumlar kapalıdır.