Güvenli bölge!

Cumhurbaşkanı’nın seçimleri engellemek için savaş çıkartacağı söylentileri yayıldığında kimse şaşırmamış, herkes “Olur mu olur!” demişti. O zaman savaş çıkmadı, ancak şimdilerde bu defa ülkeyi yeniden bir seçime zorlamak için bir savaş çıkartabileceğinden söz ediliyor. Tabii, yine kimse şaşırmıyor ve milletçe yine “Olur mu olur!” diyoruz. Ancak bu defa çıkan çok daha detaylı haberlere bakılırsa durum epeyce vahim. Başkanlık referandumuna çevirdiği Meclis seçimlerini kaybeden Cumhurbaşkanı ile tek başına iktidarı kaybedip “topal ördek” durumuna düşen Başbakan’ın TSK’ye sınırı aşıp Cerablus’a girerek bir güvenli-tampon bölge oluşturma emri verdiği, ancak askerin, pek çok gerekçe ve şart sıralayarak bu işe, en azından şimdilik, pek sıcak bakmadığı söyleniyor. Bu arada, Genelkurmay’ın birkaç alternatifli savaş planları hazırladığı da gelen bilgiler arasında.

Planlar…

Bu planların yanı sıra, RTE’nin emriyle yoğun bir savaş kampanyası başlatan ve şimdi de müdahaleye karşı çıkanları “IŞİD’çilikle” suçlayan “havuz medyası” eliyle kaynatılan kazanlara bakılırsa ortada iddia ve söylentileri çoktan aşmış gerçek bir tehlike var. Seçim kampanyası sırasında HDP’ye yönelik kanlı saldırılar ve provokasyon girişimleri ile YPG-YPJ’nin Tel-Abyad’ı IŞİD’in elinden almasının ardında başlatılan Kürt düşmanı kampanya ve IŞİD ile “terörist” ilan ettikleri PYD’yi eşitleme çabaları arasında bir ilişki olmadığını kim söyleyebilir. Bütün bunlar muhtemelen Türkiye’nin de dahli, en azından malumatı bulunan son Kobane saldırısı birlikte düşünüldüğünde gelişmelerin bir bütünlük arz ettiğini açıkça görebiliriz. RTE ve hükümet ileri gelenleri, IŞİD’in en önemli Türkiye bağlantılarından biri ve “İslam Devleti”nin Suriye’deki merkezi Rakka’nın “nefes borusu” sayılan Tel-Abyad’ın ABD-koalisyon güçlerinin hava desteğinde Kürt güçleri ve Burkan el Fırat (ÖSO) tarafından ele geçirilerek kesintisiz bir Cezire-Kobani bağlantısı oluşturulmasını güneyimizde bir Kürt devletine “tam teşebbüs suçu” kapsamında ele alıyorlar. O en “antiemperyalist” halleriyle ABD’nin bölgeyi bombalayarak Kürtlere yol açtığını, Kürtlerin de bölgedeki Türkmen ve Arap ahaliyi Türkiye’ye sürerek bir etnik temizlik başlattığını ilan ediyorlar. Zaten her daim “emperyalizmle işbirliği halindeki” Kürtlerin Kobani-Afrin bağlantısını da sağlayıp bütün bir sınır bölgesini ele geçirerek denize ulaşmak ve Rojava’da bağımsız bir Kürt devletini kurmaktan başka bir amacı da olamaz!

Her ne pahasına…

Bir sürelik şaşkınlığın ardından yeniden sesini yükseltmeye başlayan RTE, son nutuklarından birinde “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade edilmeyeceğini, bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadeleyi sürdüreceklerini” ilan etti. Bağımsızlığın kıyısında duran, bir zamanların “kırmızı çizgisi” Irak Kürdistanı ile bu kadar içli dışlı olup da Suriye Kürdistanı’na gösterilen bu tepkinin nedeni elbette bir çelişki veya muammadan kaynaklanmıyor. Barzani’yi dost kılan neyse PKK ve PYD’yi düşman kılan da onun tersi!

IŞİD, Nusra vb. selefi-tekfirci güçlerle ideolojik akrabalık, doğrudan veya dolaylı yardım ilişkileri, örtülü ittifaklar, az veya çok çıkar ortaklığı ve hükümetin Suriye politikası açısından bu örgütlerin yeri bir yana, bunların konumları nihayetinde geçici. Bölgenin “oynak” yapısı nedeniyle toplumsal tabanlarının varlığı ve etkisi, bu örgütlerin doğrudan bölgede olmalarına bağlı. Oysa PYD, bölgenin yerleşik ve kalıcı bir halkının siyasi temsilcisi. Ayrıca Suriye Kürt hareketinin, kendinin ve Suriye’nin geleceğine ilişkin siyasi ve toplumsal plan ve projeleri, ittifakları, en azından halihazırda, hükümetin iflas durumundaki Suriye politikaları ile tamamen uyumsuz. Bu politikalar, yarın öbür gün değişse dahi sorun Suriye ile sınırlı değil. Zaten “zurnanın zırt ettiği yer” de burası! Suriye Kürdistanı (Batı) ile Kuzey arasındaki bağ, Güney ile olan bağdan çok daha güçlü ve organik. Bu durum Kürt ulusal bilincinin sıçrama yaptığı Kobane kuşatması sırasında açıkça ortaya çıktı. Bağlantının sadece “örgütsel” değil, son derece ulusal, hatta toplumsal olduğu görüldü.

Rojava bir dış politika sorunu mu?

Yine 6-8 Ekim serhıldanında kanıtlandığı üzere Rojava, Türkiye için sadece bir dış politika sorunu değil, aynı zamanda bir iç politika sorunudur. Rojava’ya yönelik herhangi bir düşmanca tutum, kaçınılmaz olarak Türkiye Kürtlerine de düşmanlıktır. Hükümet bunu çok iyi biliyor. Peki o halde Rojava’ya karşı düşmanca tutumun nedeni ne? Ortada bir yanlışlık, politik bir hata mı var? RTE, “Bedeli ne olursa olsun!” dediğine göre, ne söylediğinin farkında. O halde, pek çok şeyi göze almış durumda. İnsan, ancak bir hayat memat meselesi veya asla vazgeçemeyeceği hedefleri varsa gözünü böyle karartabilir. Bu hedefin mutlak ve otoriter bir başkanlık rejimine dayalı “Yeni Türkiye” olduğu biliniyor. Hedefin Kürt ayağı, bugüne kadar, Kürt siyasi hareketini tasfiyeyi amaçlayan “samimiyetsiz” bir çözüm süreci yoluyla oluşturulmaya çalışıldı. Ancak ulaşılan nokta, bazen üst düzey siyasi görüşmeler ve açıklamalar da yapılsa gerçekte henüz kimsenin sorumluluğu alıp doğrudan bozmaya cesaret edemediği bir ateşkes oldu. Fakat bu bile “çok gelmiş” olacak ki RTE, seçim kampanyasında daha önce 2011 seçimlerinde de yaptığı gibi, bu memleketin bir Kürt sorunu olmadığını, devletin de kimseyle masaya oturmadığını ilan etti. Söylenenler, önce MHP’nin milliyetçi oylarına yönelik bir seçim “hilesi” gibi yorumlanmak istense de, Roboski, Kobani benzeri “normal” şartlarda cereyan etmiş olaylar karşısındaki tutumu düşünüldüğünde RTE’nin, tarihsel hedefleri doğrultusunda politika değişikliğinin işaretlerini verdiği anlaşılmaktadır. Üstelik bu defa asıl muhatapların tasfiye edildiği bir “çözüm”ün aracı olarak kullanılmak istenen ve de “faşist Kürtlerden” kurtulmaları gerektiği söylenen Kürt kitlelerin de çok büyük bir oranda kendisini terk etmiş olması ve bu nedenle önünün kesilmesi RTE’nin Kürtlere olan “muhabbetini” ve “çözüme” olan inancını epeyce azaltmışa benziyor! Suriye’de girdiği çıkmaz ise, Kürt uluslaşmasını ve buna bağlı siyasal-toplumsal gelişmeleri RTE’nin gözünde iyice tahammül edilmez bir hale getirmektedir. Genel devlet politikası bir yana RTE, Kürtleri büyük ölçüde gözden çıkartmıştır. Zaten Sünni-İslamcı bir Türk milliyetçisi olarak, “Türklere” yar olmayanı, Kürtlere de yar etmemek onun fıtratında var!

Tampon bölge şart!

RTE’nin kendinin ve Türkiye’nin siyasi geleceğine ilişkin oyunlarını Kürt meselesi üzerinden oynaması, son derece “doğal” ve kaçınılmazdır. Komşu bir “Arap ülkesi” olarak Suriye’ye yönelik bir müdahaleye karşı ortaya çıkacak tepkileri (Hem de güneyimizde bir devlet kurmak isteyen!) Kürtleri ve şimdi de IŞİD’i hedef göstererek aşma niyeti bu “doğallığın”, yani devletimizin ve “laikçi” kanadı da dahil “Türk kamuoyunun” geleneksel Kürt düşmanlığının bir devamıdır. Planın hedefinde, aynı zamanda, seçim başarısıyla “başkanlık” yolunu kesen HDP’nin, yine bir dizi provokasyon yoluyla çatışma ve “gayrimeşruluk” konumuna sokularak kabuğuna çekilmesi de vardır. Öyle anlaşılıyor ki, vukuu halinde bütün koalisyon ihtimallerini berhava edecek bir “dış” çatışma yoluyla Türkiye’nin yeniden bir seçime götürülmesi, başkanlık rejiminin yolunun tekrar açılması amaçlanmaktadır. Uluslararası koşullar da düşünüldüğünde giderek dallanıp budaklanacağı kesin olan bir müdahalenin ilk adımı bu nedenle henüz bir koalisyon hükümeti kurulmadan atılmak istenmektedir. Böyle bir girişimin en azından bu şartlarda paşaları dahi ürküttüğü, ordunun, başka bir yol bulunamadığı takdirde, bölgeyi 40 km menzilli top atışları ve hava kuvvetleri ile denetleyerek RTE’yi bir süre için idare yoluna gitmek istediği anlaşılmaktadır. Ancak işlerin ülke ve bölge düzeyinde hiç de hesap edilmedik bir biçimde çığırından çıkma tehlikesi ve şimdilik “kuzu” gibi duran Silahlı Kuvvetler’in o şartlar altında oynayacağı “demokratik” rol düşünüldüğünde, “güvenli bölgenin” öyle Cerablus’ta falan değil, Ankara-Beştepe’de kurulması gerekmektedir. Evet, Türkiye ile Beştepe arasında bir “tampon bölge” kurulması şart olmuştur.

Yorumlar kapalıdır.