AKP: Ya gerçekten yenilirler ya da tekrar denerler

Gazetemizin yazarlarından Hakkı Yükselen’in Gezi ve yolsuzluk skandallarının ardından şöyle bir değerlendirme yaptığını anımsıyorum: “Bir türlü bitmek bilmeyen kötü Amerikan korku filmlerinde gibiyiz. Canavara karşı savaşan insanlar filmin sonunda canavarı yenmişler. Tam rahatlamışız, ama filmin final sahnesinde canavarın gözünü açtığını görüyoruz.” Gezi, 17 Aralık operasyonu, iç çatışmalar ve de 7 Haziran seçim sonuçları gibi ağır darbeler alan Erdoğan iktidarı bunların hepsinin ardından, tüm ölümcül yaralarına rağmen başkanlık sistemine dair denemelerini yeniden ve yeniden sürdürdü, sürdürüyor.

Dediğimiz gibi, AKP ölümcül yaralar aldı. Liberallerin nazarında bile “büyüsünü yitirdi”. Ancak Erdoğan’ın on yıllanmış iktidarı altında AKP için iktidarda kalmak bir ölüm-kalım meselesi haline geldi. Dolayısı ile bir kez daha gördük ki Erdoğan liderliği ya gerçekten yenilir, yani yargılanır ya da; işçi, kadın ve Kürt düşmanı politikaları adına anti-demokratik başkanlık sistemini hayata geçirmek için, elinde kalan barutunu atmayı sürdürür. Hayat meselesi dedik ya, Erdoğan ve AKP’nin işçi cinayetlerinin artması, ekonomi enkazının kontrol edilemez hale gelmesi, kadın cinayetlerinin teşvik edilmesi, döviz çıkışını kolaylaştıran mali sabotajları bizzat yönetmesi vb. pahasına hareket ettiğini rahatlıkla görebiliriz. Erdoğan için hedef 2071 falan değildir. Hedef kendisidir, sarayıdır. Bu da olmazsa kendisinden sonrası tufandır.

AKP’nin alameti farikası neydi, ne değişti?

AKP, iktidarının ilk yıllarında emperyalizmin, TÜSİAD’ın ve çeşitli biçimlerde gelişmekte olsa da yeterli büyümeyi sağlayamamış olan İslamcı burjuvaznin çıkarlarını bir arada ifade etmeyi başarmaktaydı. Ancak başta dış politika olmak üzere oyunu yanlış okuduğu pek çok yerde AKP iyiden iyiye bu vasfını yitirdi.

Esas itibarı ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci süreçlerini doğru okuyamayan AKP hükümeti Erdoğan liderliğinde ciddi bir maceracılığa soyundu. Bu dönemde emperyalizmin güdümünden asla uzaklaşmadan, bölge politikasında daha önemli bir rol oynayabileceğin düşündü. Müslüman Kardeşler ekolünün yükselişe geçtiği dönemde de emperyalizm adına bölge ülkelerine bir model ülke olarak kendisini sahneye sürdü. Ancak Kaddafi’nin iktidardan kaçmaması, emperyalizmin Esad’ı gözden çıkarmaması, IŞİD’in bölgedeki kontrol edilemez hali karşısında PKK/PYD’nin ayrıca önemli bir pozisyona geçmesi, üstüne üstlük bir de Müslüman Kardeşler’in kitle seferberliklerinin önünü kesememesi sonucu Mısır’da yaşanan askeri darbe Türk dış politikasının öngörüsüzlüğünü gözler önüne serdi. Bu dönemde attığı her adımda daha da batağa saplanan Erdoğan’ın dış politikada bir saygınlığı kalmadığı gibi denetlenebilirliği ve kullanışlılığı da azalmıştı. Dolayısı ile AKP, emperyalizmle stratejik olarak anlaşsa da rol kapma çabaları içerisinde oyunu yanlış okuyarak emperyalizm ve Türkiye burjuvazisinin çıkarlarını birleştirici niteliğini yitirdi. Burjuva liberallerinin “büyüsü bozuldu” dediği konu da bundan ibaret kaldı. Bu durum Türkiye burjuvazisinin İslamcı olsun, olmasın çeşitli kanatlarında ciddi bir endişeye yol açtı. Bir yandan işçi düşmanı politikaların yürürlükte kalmasını isteyen burjuvazi dış politika üzerinden bir normalleşme ile birlikte karşıdevrimci ekonomik saldırıları sürdürülebilir kılmanın isteklerine sahip oldu.

Seçim sonuçları ne kazandırmıştı?

7 Haziran seçimleri sonucunda Türkiye işçi sınıfı adına üç olumlu gelişme yaşandı.

1-) Erdoğan’ın başkanlık sistemi şimdilik suya düştü.

2-) AKP tek başına iktidar olacak güce sahip olamadı. Bu durumda işçi düşmanı politkalarını eski hızıyla hayata geçiremeyecekti.

3-) HDP barajı geçti.

Bunların hepsi Erdoğan’ın saldırılarının şimdilik durdurulması anlamında Türkiye işçi sınıfı adına olumlu gelişeler olarak kayda geçti. Tek başına iktidarı yitiren, anayasa planlarını ertelemek zorunda kalan Erdoğan iktidarının şu anda dahi bu kadar bastırdığını görecek olursak, bir de tek başına iktidar olacak bir seçim zaferi kazansaydı neler yapabileceğini kestirmek çok da zor değil. Yalnızca bu yüzden bile 7 Haziran seçimlerinin olumlu etkileri mevcut olmayı sürdürmektedir.

Erdoğaniye alaylarının paniği!

Şu sıralarda AKP’nin ses tonunu yeniden yükseltmesi, saldırılarını devam ettireceğini belirtmesi ve tezkereyi kullanarak savaş bahanesi ile gücü yeniden elinde toplama niyetini sergilediğini görebiliyoruz.

Evet dediğimiz gibi, Erdoğan ya gerçekten yenilir ya da Başkanlık sistemi vb. saldırılarını yeniden ve yeniden yapar. Ancak bu durum Erdoğan’ın çelikten iradesi yahut yenilmez bir AKP gücü ile karşı karşıya kaldığımız anlamına gelmiyor.

Seçimlerin hemen ardından AKP kadrolarında ve de doğrudan doğruya devlet mekanizmalarında yaşanan paniği anımsayalım. Milli Eğitim Bakanlığında seçimlerin hemen ertesi günü hazırlanan tüm okul müdürlerinin tayinlerinin durdurulması, basın üzerindeki denetimin birkaç gün için de olsa azalması ve Erdoğan’ın birkaç gün hiçbir sözlü demeç vermemesi, esasında yenilmez bir şeyle karşı karşıya olmadığımızı ve ciden korktuklarını göstermektedir. Bu aralıkta geçen birkaç günü hiç unutmamak gerekir.

Seçim sonrası durum ve ihtimaller

Seçim sonrasında AKP’nin ve Erdoğan’ın sanki hiç seçim yenilgisi almamışlar gibi çalışmaya devam etmelerine bir dizi etken sebep oldu. Bu gelişmelerin tamamı da seçim sonrasında gerçekleşebilecek olasılıkların biri ya da diğerinin daha da güçlenmesine sebebiyet verdi. Esasında Türkiye siyaset tarihinde olmaz denilen şeylerin öylesine çok kez olduğunu gördük ki, olasılıklardan hangisinin daha baskın olduğunu ancak “şimdilik” kaydını düşmek ile ifade edebiliriz. Zira meclis başkanı seçimlerinin MHP’nin tavrı ile AKP’ce kazanılması sonucunda hamle üstünlüğün yeniden AKP’ye geçtiğini söylemek mümkün. Mevcut tabloda, “halk koalisyon istemiyor” curcunasının seçim hazırlığı olarak yayıldığı ve de AKP eli ile HDP’ye yönelik saldırıların doğrudan MHP’den oy kapma beklentisi ile yapılığı da tahmin ediliyor. Şimdilik AKP-CHP koalisyonu dileyen “kulağı kesik” burjuva yazarlarınca dahi öne çıkan ihtimal erken seçim gibi görünüyor. Ancak, geçmişte olduğu gibi önümüzdeki dönem gelişmeleri tüm dengeleri birkaç gün içerisinde değiştirebilir.

Her ne kadar erken seçim ihtimali öne çıkmış görünse de esasında seçimlerin ardından gerçekleşebilecek beş ihtimal söz konusuydu, hâlâ da öyle. Birincisi AKP’nin meclisten güvenoyu alması (en basitinden kimi milletvekillerinin -mesela MHP’den- oturuma katılmaması ile çoğunluğu AKP’ye devretmesi) ile bir azınlık iktidarı oluşturması. İkincisi CHP-MHP azınlık koalisyonu, üçüncüsü AKP-MHP koalisyonu, dördüncüsü AKP-CHP koalisyon hükümeti. Beşincisi ihtimal ise şu sıralar çok konuşulan bir erken seçim ihtimali. HDP ise şu an için koalisyonların içerisinde yer almayacağını, ancak gereği dahilinde üzerine düşeni yaparak gerekli koalisyonları destekleyebileceklerini yetkililerin ağzından ifade ediyor. Türkiye’de her şeyin oluru vardır ancak HDP’li herhangi bir koalisyon, rejimin Kürt sorununu çözmedeki yapısal beceriksizliği/niyetsizliği açısından oldukça zayıf ve incelenmeye şimdilik gerek görülmeyen ihtimaller olarak duruyor.

Birinci ihtimal yani, AKP’nin bir azınlık hükümeti kurması ihtimali öncelikli olarak Erdoğan tarafından açıkça kullanışsız olarak ilan edildi. Çünkü çoğunluğu elinde tutmayan bir parlamentoda karar çıkartamayan bir AKP iktidarının işlevsel olmadığı baştan beri tespit edilmiş durumda.

İkinci ihtimal yani güvenoyu alan bir CHP-MHP azınlık koalisyon hükümeti ihtimali ise doğrudan doğruya AKP’nin devri sabık olma korkusundan ötürü hayata geçirilmemeye çalışılıyor. Böylesi bir durum Erdoğan’ın tüm vasfılarının yitirilmesi ile birlikte AKP’de ciddi bir çözülmeye yol açabilir. Bu konuyu kapatmadan önce 2010 referandumunda Hayır sonucu çıkarsa CHP-MHP koalisyonu gelir, faşizm gelir diyen Murat Belge gibi sol liberalleri hatırlamakta fayda var. Kendileri seçim sonrasında CHP-MHP koalisyonu umutlarını dile getirmeye başlamışlardı bile. Böylesi bir tavır ancak bulundukları durumun çürümüşlüğünü ifade ediyor olabilir.

Üçüncü ihtimal olan AKP-CHP koalisyonu ise başta Türkiye burjuvazisi olmak üzere emperyalizmin de beklentilerini en gerçekçi biçimde karşılayabilecek bir ihtimal olarak duruyor. Bu ihtimal bir yandan Türk dış politikasındaki maceracı tavrı, geleneksel ve “gerçekçi” bir tavra yönlendirecek olurken öte yandan da kontrol edilemez Erdoğan liderliğinin de törpülenebilmesi açısından oldukça kullanışlı görünmekte. Burjuvazinin tüm bu niyetlerine rağmen Erdoğan, gücünde herhangi bir kısıtlamaya tahammül etmeyeceğini göstererek, meclis başkanlığı seçimlerinde muhalefeti önce oyaladı sonrasında da MHP’nin “Demirtaş oruç tutarsa ben oruç tutmam!”a benzeyen tavrı ile CHP ile değil hükümeti meclis başkanlığını bile paylaşmayarak hamle üstünlüğünü yeniden kazandı. Şu anda ise Erdoğan çeşitli bahanelerle hükümet kurmak için teammülen birinci partiye (AKP’ye) yetki vermeyi geciktirmeyi sürdürerek hamle üstünlüğünü pekiştirmenin peşinde. Anlaşılan o ki, AKP Erdoğan’ın yetkilerinin kısıtlanmadığı bir ihtimali kabul etmemeye çabalıyor. Burjuvazinin isteği ne olursa olsun, Marksistler bilir ki ekonomi son tahlilde bir belirleyendir. Her zaman tek belirleyen değildir.

Dördüncü ihtimal olan AKP-MHP koalisyonu ise, erken seçim ihtimalin bir yana bırakırsak içinde bulunduğumuz günlerde üzerine en çok konuşulan husus olmayı sürdürüyor. MHP’nin özellikle meclis başkanlığındaki tavırları pek çok kimse tarafından AKP ile örtülü ve geleceğe dayalı bir ittifak olarak okundu. Ancak dediğimiz gibi AKP’nin birinci planı hâlâ iktidarı tek başına ele geçirme çabaları üzerine kurulu. MHP’nin “Ver Bilal’i al koalisyonu” tavrı da bu durumu zora sokuyor gibi. Ancak geçmişte olduğu gibi MHP her zaman rejimin partisi olmayı sürdürdü ve ihtiyaç dahilinde çark etmeyi her daim bildi. Şu anda MHP oylarına göz diken AKP, Kürt düşmanı söylemlerine odaklanarak MHP’yi küçültmeye yönelik tavırlar sergiliyor. Dolayısı ile de ilk elden atacağı adımın derhal bir MHP koalisyonu olacağını söylemek kolay olmasa gerek. Yine de, savaş ve erken seçim çarelerinin tükenmesi halinde MHP koalisyonu kullanışlı bir alternatif olarak sahnede kalabilir. Kürt ve işçi düşmanlığı gibi hususlarda da hepimiz adına saldırgan sonuçların doğmasına sebebiyet verebilir.

Beşinci yani erken seçim ihtimalini düşünmeden önce MHP’nin tavırları, savaş ihtimali ve AKP içi çatlakları da tablomuza dahil etmekte fayda var.

Hayırdır MHP, sen ne iş?

Daha önce söyeldiğimiz gibi, MHP’nin tavrındaki değişiklik doğrudan doğruya AKP’nin işine yarasa da MHP bu kez de farklı bir misyon üstlenmemektedir. MHP çark ettiği anlar dahil olmak üzere, her zaman yaptığını bir kez daha yapmıştır ve Türkiye rejiminin temel karakterlerinden yana bir tavır koymuştur: Kürt düşmanlığı! Rejimin değiştirilmez değiştirilmesi teklif dahi edilemez hususlarında, tarihi boyunca derin devletin, kontrgerillanın baş aktörü olan MHP, her ne kadar düzen içi kurumlara çekilmiş olsa dahi aynı tarihsel görevini sürdürmektedir. MHP’deki esasında samimi olan Erdoğan nefretinden çok daha derin olan bir olgu varsa o da MHP’nin rejim içerisindeki tarihsel rolüdür. Kürtlere karşı ve rejimi baskıcı yapan aygıtların savunusu dahilinde Erdoğan’ın da, Ecevit’in de yardımına koşmayı bilmiştir. MHP’nin bundan sonraki tavrı açısından, rejimin temel ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa (ırkçılık, baskıcılık, koalisyon, koalisyon dışı kalma vb.) MHP’nin onu yapacağına kesin gözü ile bakabiliriz.

AKP içi muhalefet: Bir türlü patlama yapamayan genç Sabri

Türkiye’de bir adettir. Gündemin hızlıca değişmesi ile birlikte öncesindeki hususlar derhal unutulur. Pek çok devrimci Marksist çevre de bu gerçeklikten nasibini almaktadır. Bugüne değin, yeni parti mi geliyor, Gül mü, Arınç mı? vb şekillerde dile getirilen pek çok argüman birden bire kapandı. Hiç değilse kendi fikri takibimiz açısından öncesinde ifade ettiğimiz sözlerin üzerinde durmamız elzemdir. Konuya dönecek olursak, AKP’nin kurulduğu dönemden beri mütecanis insanlar topluğu olmadığını ve bir koalisyon oluğunu ifade etmiştik. Kendi içerisinde ciddi çatlaklar alan AKP halen homojen bir parti olma vasfına sahip değildir. Mevcut değişikliklerin yaratabileceği dinamikler neyi getirir bilinmez ama en yakın vadede Erdoğan liderliğini parti içerisinde sarsabilecek bir kalkışmanın henüz görünürde olmadığını ifade etmek mümkündür. Anlaşılan o ki, Erdoğan muhalifi ileri gelen kimseler de kendilerinde liderlik tıyneti görmüyorlar ve olası bir bölünme halinde bir bütün olarak siyasi İslam’ın prestijini sarsmaktan ve yok olmaktan korktuklarından, şu an için böylesi bir adımı atmayarak “dava adamı” olma hallerini koruyup AKP’nin bütünlüğüne zeval getirmiyorlar.

Sonuç olarak, yarın bu dinamiklerin ne getireceği bilinmez ama bugün Erdoğan liderliği altındaki iktidar savaşı halen partinin bütün olarak savaşı olmayı sürdürüyor.

Savaş ihtimalleri

Erdoğan öncülüğünde Suriye’ye, esasında ise PYD’ye yönelik bir müdahale ihtimali ise bir savaş kabinesinin kurulması ve AKP’nin ömrünün bir hayli uzatılması açısından ciddi şekilde masada duruyor. Her ne kadar emperyalizmin arzulamadığı bir ihtimal olsa da, yeterli gücü bulması halinde Erdoğan’ın kararlılıkla yürümek istediği yollardan biri olduğu şu ana dair yapılan açıklamalar, sızan bildirimler ve yalanlamamalar üzerinden netleşmiş durumda. Böylesi bir savaşın Türkiye ekonomisini tamamen çökerteceği, hızla bir iç savaş dinamiği yaratacağını görmek için alim olmaya gerek yok. Yeterli gücü toparlayamamış gibi görünseler dahi, bu ihtimal üzerine ciddi şekilde odaklanan AKP’ye karşı, savaş ihtimalini yok edecek her türlü eylem birliklerinde yer almak tüm sınıf örgütlerinin görevi olarak karşımızda duruyor.

Erken seçim ihtimali ve bir kez daha: Ya tayin edici bir zafer ya da, her yer Tayyip her yer Erdoğan!

Şu günlerde zaman kazanmayı sürdürüp, devlet kurumlarındaki konumlarını kaybetmemek için yeni yasalar, atamalar ve görevlendirmeler yapmayı sürdüren AKP bir yandan da sızan/sızdırılan bilgilere göre erken seçim ihtimaline ağırlık veriyor. Bu konuda Kürtlere yönelik HDP’nn yalanlarını açıklama, pastadaki MHP payından ısırık alma gibi açık çalışmaları yaptığını görmek de mümkün. Her şeye rağmen erken seçimlerin AKP açısından daha iyi sonuçlar doğuracağını gösteren güçlü bir emare henüz mevcut değil.

En popüler ihtimal olarak erken seçimin masada durması ve AKP’nin uzlaşmaz diğer politikaları bize, AKP’nin asla vaz geçmeyeceğini, Erdoğan’ın bir biçimdeki mutlak iktidar ihtiyacını yeniden gözler önüne sermiştir.

Sonuç olarak, ihtimallerden hangisi hayata geçerse geçsin Erdoğan’ın saldırılarının durdurulması için gerçekten yenilmesini sağlayacak bir işçi-emekçi alternatifini örmek üzerimize düşen bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Yorumlar kapalıdır.