Serapool işçileriyle söyleşi

“Bu direnişin suyunu içtik ya artık rahat durmaz o su!”

İşçi Cephesi gazetesi olarak kötü çalışma koşulları ve düşük ücretlere karşı DİSK’e bağlı Cam Keramik İş’te örgütlenen ve sendikalaşma haklarını kullandıkları için işten atılan Serapool işçilerini fabrika önüne kurdukları çadırlarında ziyaret ettik. Direnişçi işçiler ile çalışma koşullarını, sendikada örgütlenme süreçlerini ve devam eden direnişlerini konuştuğumuz röportajı siz okurlarımızla paylaşıyoruz. Ufak bir hatırlatma: 28 Temmuz Salı günü Kartal Adliyesi’nde direnişçi işçiler ile patron arasındaki mahkemenin duruşması olacak. İşçiler tüm destekçilerini saat 10:00’da Kartal Adliyesi’nin önüne bekliyorlar.

İşçi Cephesi: Fabrikada hangi iş kollarında çalışıyordunuz?

Saniye Öztekin: Burada herkesin işleri bölüm bölüm, zaten işleri farklı yani. Ben mesela elektro porselen bölümünde çalışıyorum.

Gülfidan Yıldırım: Ben fileleme bölümünde çalışıyorum.

Hasan Aslan: Ben sevkiyatta çalışıyorum.

İC: Kaç yıldır çalışıyordunuz?

Hasan Aslan: Ortalama 10 yıl üzeri, şu an direnişe katılan arkadaşlar.

İC: Direniş öncesinde fabrikada çalışma koşullarınız nasıldı?

Hasan Aslan: Ben sevkiyatta ilk girdiğimde 9 kişi çalışıyordu. Şu anda 3 kişi çalışıyor, ama üretim yani sipariş iki katına çıkmış. O zaman fabrikada çalışan 270 kişi vardı, şu anda 200 kişiye düştü. Üretim 2 katı. Bu da tabii işçilerin iki katı performans göstermesinden kaynaklanıyor.

Erhan: Bizde 7 palet çıkıyordu, şimdi 14 palet çıkıyor. Ama o zaman 11 kişiydik, şu an 7 kişiyiz.

Hasan Aslan: Maaşlarsa hep yerinde sayıyor. Asgari ücreti takip ediyor. Çoğu çalışanlar zaten fazla çalıştığı için hep boyun fıtıkları oluyor.

İC: Meslek hastalıkları sıklıkla oluyor muydu?

Hasan Aslan: Tabii, benim mesela bel fıtığım var.

Saniye Öztekin: Belki çoğu arkadaşta var, ben de dahil olmak üzere. Hastaneye gitsek hepimizde muhakkak ki bir şey vardır yani. Toz toprak kimyasal her şeye maruz kalıyoruz.

İC: Rahatsızlıklar nüksedince nereye gidiyordunuz? Buradaki meslek hastalıkları hastanesine mi gönderiyorlardı?

Hasan Aslan: Çoğu herhangi bir yere bile gidemiyordu. Çünkü (işçi) giderse (işveren) bir gün, iki gün ya da dört günü kesiyordu. O da kişiye göre değişiyordu. Bazısına bir gün kesiyor ya da biraz daha yüklenebilirim diyorsa iki gün kesiyor, daha zayıfsa dört güne kadar kesiyor. Adamına göre değişiyordu.

Gülfidan Yıldırım: İstirahat alsan da kesiliyor.

Saniye Öztekin: Bu insanlar hastalığını bazen var ya, günüm kesilmesin diye hiçe sayıyor. Adam zor durumda, hiçe sayıyor. Aman diyor, ne olursa olsun diyor, yani o sıkıntıyı, o zorluğu, o hastalığı çekiyor. Günüm kesilmesin diye, çünkü aldığı para evdeki durumlara göre yetmiyor. İnan ki hastalığını sağlığını bile hiçe sayarak, alacağı parayı alacağını kâr sayarak, hastalığının farkında bile olmuyor. O şekilde çalışıyor.

Gülfidan Yıldırım: Gözlerimiz görmüyor, yemin ederim etiketi bile görmüyorum ben. İşte işe geliyorum böyle. Gelmesem kesilecek.

Hasan Aslan: Bizim işyerinin doktoru vardı, gerçi o da bizle birlikte, direnişle, 10 gündür işi bırakmak zorunda kaldı. İş yeri hekimine gidiyorsun diyor ki “Sen çalışamazsın, sana rapor yazmam lazım, eve gitmen lazım.” diyor. Arkadaş orada ikilemde kalıyor mesela “Bana rapor yazma.” diyor çünkü o iki gününü bile kesiyor. Bu arada doktor da rapor yazdığı için patrondan ayrı bir fırça yiyor, “Rapor vermeyin, niye veriyorsun iş saatinde?” diye. Doktor bile dayanamadı çıktı işten.

İC: 23 yıl çalışan işçi de var bu fabrikada. Daha önce hiç sendika deneyimi olmuş mu burada?

Hasan Aslan: Sendikalaşma deneyimi yok, teşebbüs var. Onda da işte, elebaşları gibi görünen beş altı kişi atılınca, diğerleri susmak zorunda kaldı çünkü o zaman fazla koordineli değillerdi. Bir de 2013’te gene kalkışma oldu o zaman da yedi kişi işten çıkarıldı hemen. Çok hızlı tespit ettiler (gülüyor), ajanlar iyi çalışıyor. O yedi kişiyi hemen işten çıkardılar.

İC: Bu defa siz daha profesyonel çalışmışsınız o zaman. İlk andan anlayamamış, yani örgütlenene kadar.

Gülfidan Yıldırım: İnsanlar artık bezdi yani.

Hasan Aslan: Bu kadarını beklemiyordu patron. Biraz da hafife aldı yani zaten bir arkadaşımızı çıkardı işten. O arkadaşı çıkarırken de herhalde beklemiyordu bu kadar çoğunluk olduğunu. Yani gene üç beş kişi falan sandı, “Veririm hakkını en kötü, gönderirim.” diye düşündü. Emin değildi çünkü patron yani şaşırdı.

İC: Tüm o çalışma koşulları, aldığınız düşük ücretler aslında geldiğiniz noktayı gayet normal gösteriyor. Peki, sendikalaşma meselesi sürekli aklınızda olan bir şey miydi? Yani böylesi bir işyerinde hak aramak, sendikalaşmak çok doğal ama siz nasıl hep birlikte bu karara vardınız? Fitili ateşleyen bir mesele oldu mu? Biraz sendikalaşma sürecinizi anlatabilir misiniz?

Hasan Aslan: Bak aslında bu bir birikimdir. Aslında o güne özel bir şey değildi, o kadar çok şey vardı ki burada. Mesela filelemede çalışan arkadaşlar var, orada arkadaşlar 45 derece sıcaklıkta çalışıyor, maskeyle çalışıyor. Bir de maskeyi zorunlu koşuyor sana, “Takmak zorundasın, toz var.” diyor. Ben bazen oradan geçiyorum, nefes bile alamıyorum sıcaktan. Çalışmayı geçtim, nefes bile alamazsın. Mesela özürlü çalışan arkadaşlar var, maaşı brüt üzerinden ödenmesi gereken. Bunlardan netin bile altında ücret alanlar var. Yani bunların hepsi bir etken. Bir de üzerine her sene daha kötüye gidiyoruz. Bundan 5 sene önce bu kadar kötü değildi. Her sene daha kötüye gidiyor, artık insanlar tıkandılar.

Saniye Öztekin: Yani işçiler kısacası işini isteyerek, severek, “Ben bunun karşılığını alıyorum, çalışıyorum.” diye yapamıyor. Mesela maaşa zam yapılacak, diyelim altıncı ayda zam yapılacak. Hemen bir ay kala bir fısıltı başlıyor: Patronun durumu iyi değil, bu altıncı ayda maaşlara zam yapamayacak.

İC: Bunu işçiler mi söylüyor?

Saniye Öztekin: Ustalar, şefler yayıyor. Yani çalışan işçi olarak altıncı ayda bir zam bekliyorsun ama olmuyor, keyfin kaçıyor. Yani işçileri motive edecek bir durum yok ki. Verici de olamıyorlar. Git gel aynı. İstersin ki patron seni bazı şeylerle motive etsin bazı şeylerle istek uyandırsın çalışmaya. E hiçbir şey yok ama çalışma şartları çok zor. O maaşla, 900 lirayla ne yapacaksın.

Gülfidan Yıldırım: (Bir olay anlatıyor.) Vardiya dönüşü oluyor. Düdük çalmayınca, vardiyadakiler işbaşı yapmıyorlar, çalışanlar da iş bırakmıyorlar. İşte o sırada Mehmet Bey geliyor bakıyor ki bir iki arkadaş oturuyor ve onlara “Siz neden çalışmıyorsunuz” deyince işçiler “Bizim daha henüz vardiyamızın saati gelmedi.” diyor. Bu sefer “Ben sana neden çalışmadığını sordum.” diye ikinci kez bağırıyor, azarlıyor. Bağırıyor çağırıyor diyor ki “Sizin yediğiniz ekmek helal mi? Haram ekmek yiyorsunuz” diyor.

İC: Tüm bu koşullarda sendika fikri nasıl ortaya çıktı?

Hasan Aslan: Herkes kendi arasında konuşuyordu ama kimsenin kimseye güveni yoktu işin doğrusu. İşçilerin kimseye güveni yoktu. Çünkü (işveren) işçiyi işçiye kırdırma işini iyi yapıyor. En ufak yanlış bir şeyde herkese ceza veriliyor ama bir ödül olduğu zaman sadece bir kişiye veriliyor. Yanındaki işçi ondan daha fazla çalışıyor, diğeri göze daha şirin gözüküyor çünkü affedersin belki ayıp olacak ama bir yalakalık yapıyor, onu ödüllendiriyor. Yanındaki adam daha fazla çalışıyor ve zoruna gidiyor ve onu küstürüyor. E küstürünce insanlar hak aramaya başlıyor.

İC: İşçiler mi sendikaya gidip başvurdu?

Hasan Aslan: Tabii, işçilerin talebi. Sendika buraya gelip işçileri bulmadı, işçiler sendikayı buldu.

Gülfidan Yıldırım: Şöyle bir şey oluyor bir de. Mesela arkadaşlar içinde güvendiklerimiz birbirimize, mesela ben sana güvendim sana söyledim. Sen ona güvendin ona söyledin. Böyle oldu yani.

Saniye Öztekin: Zaten herkesin de canı yanmış, sorun aynı olduğu için kimse sesini çıkarmadı yani. Bir şey olsun dediler.

İC: Sendikayla ilk iletişim kurduğunuzda, sendikalaşmamız gerekiyor dediğimiz, yaklaşık kaç işçiydiniz?

Saniye Öztekin: Onu buna sormak lazım (gülüyor)

Filiz Alaoğlu: Ben sonradan dahil oldum ama… (gülüyor). İçeride ben de güvenilmeyen kişiler arasındaydım. Çünkü benim tüm bölümlerle diyaloğum vardı. Onların korktukları kişiyle de çok samimiydim. Mesela Erhan abla hep kendini geri planda tutar ama benden sonra o da biraz açıldı (gülüyor). Yani bana söylemeye çekinmişler önce.

Saniye Öztekin: Çünkü herkesle iletişimi var ya, belki yayar bir şey yapar diye…

Filiz Alaoğlu: Önce karo hattı dediğimiz bölümde konuşulmuş, şöyle yapsak nasıl olur, varsa tanıdığınız ettiğiniz diye… Öyle harekete geçilmiş.

İC: Sendikayla görüşme bir iki kişiyle mi başlamış?

Filiz Alaoğlu: En çok karo hattı bölümünde görüşme olmuş.

Hasan Aslan: Hani patronun bakış açısı derler ya mesela bir şeyler anlatayım. 2013’de ben sevkiyat sorumlusuydum. İçme suyu orada yasaktı bize, parayla alıyorduk. Düşünsenize orada calışıyorsunuz, içme suyunu parayla alıyorsunuz. Büroda duranlar suyu alıp içiyorlar, aşağıda sevkiyat alanlar su içemiyor, yasak! Bu işçiye verilen değeri gösterir. Her sene Ramazan ayında aynı sorun. Yemekhanede yemek pişmiyor, herkes oruç tutmak zorunda. Ben belki inancım gereği oruç tutmuyorum ya da belki hastayım tutmuyorum. Bir de içeride yemek pişmediği halde güvenlik içeri yemek sokmana da izin vermiyor. Yani patron bizi resmen sendikaya katılmamız için zorladı.

İC: Fabrikada kadın işçilerin durumu nedir?

Saniye Öztekin: Mesela namaz kılmaya gidiyoruz yerimize arkadaşımızı koymak zorundayız, iki dakika geç kaldığımızda bile hemen ‘Niye geç kaldın?’ diye hesap soruluyor. Biz zaten sayı vererek çalıştığımız için bazen sayıyı akşama veremeyeceğiz korkusuyla tuvalete bile gidemiyoruz. Yani insan kendi kendini bile kısıtlıyor, düşünebiliyor musun? Yemek dışında çay molamızın olmayışı daha da zorlaştırıyor. Tüm ihiyaçlarımızı sadece yemek saatinde yapabiliyoruz.

İC: Yemekler nasıldı peki?

Saniye Öztekin: Yemeği de üretimden alınan kadın işçiler yapıyor. Yani aşçılıkla alakası olmayan insanlar. Makarnalar falan taş gibi oluyor. Yemekhanede beyaz yakalılar ayrı mavi yakalılar ayrı yiyor. Bizim olduğumuz yerde şapır şapır su damlıyor. Memurlar cam bardakta su içiyorlar, bizde cam bardak yok.

İC: Çok kıymetli bir deneyim yaşıyorsunuz, tüm işçi ve emekçilerin öğrenmesi gereken bir süreç. Bu koşullar altında çalışıp bir şeyler yapmamak olmazdı zaten. Pek çok işçi sizin en başta olduğunuz durumdaki gibi ne yapacağını bilmiyor. Sendikayla görüşme sürecinizi anlatmanız daha aydınlatıcı olur, mesela o süreç nasıl gelişti? İşyeri komiteleri kuruldu mu? Birim birim mi örgütlendiniz?

Saniye Öztekin: Genelde her kişi kendi bölümünde güvendiği bir iki kişiye söyledikten sonra o şekilde yayıldı. Mesela güvendiğimiz arkadaşa böyle böyle bir fikrimiz var sen de bize katıl dedik. Yani tek tek ulaşıldı işçilere. Onun dışında sendikanın dayanışma derneğinde toplantılar yapıldı, buradan servislerle bir arkadaşımıza çaya gidiyoruz diye çıkabiliyorduk. Oranın katkısı baya fazla yani. İş çıkışlarında evlerde de toplantılar yapılıyordu. Zaten ev ziyaretlerine falan çok fazla gerek kalmadan iki ayda halledildi çünkü insanlar artık bıkmıştı zaten.

İC: İşten nasıl çıkartıldınız peki?

Filiz Alaoğlu: Sendikaya üye olduğumuz yönetim tarafından duyulduktan sonra işten çıkartıldık. Biz zaten farkındaydık sendika üyeliğimiz duyulduğu anda bir ya da iki kişinin işten çıkarılacağının. Bir arkadaşımız çağrıldı ve kağıtları imzalamaya zorlandı hatta çocuğuyla tehdit edildi. İmzalamazsan çocuğunu göremezsin gibi. O arkadaşımız gelip bize durumu anlattı ve ben kovuldum dedi. Öyle deyince de biz bölüm bölüm işi bırakıyoruz o zaman dedik.

Saniye Öztekin: Zaten o sırada üye olmakta kararsız arkadaşlar da bu çocuğunu göremezsin tehditini duyunca hemen üye oldular. Çoğumuz kadınız burada hepimizin çocuğu var.

Gülfidan Yıldırım: Biz bu olaya tepkisiz kalsaydık zaten eninde sonunda işten çıkartılacaktık.

Saniye Öztekin: Sonra biz çıkışta toplandık, alkışlarla eylem yaptık sadece. Sonrasında işveren geldi ve sendikalılar şuraya sendikasızlar şuraya diye ayırdı. Biz de hepimiz sendikalıyız dedik. Olan da olmayan da aynı tarafta durdu.

İC: Peki direniş 38. günündeyiz, süreç nasıl geçiyor?

Saniye Öztekin: Buraya kadar gayet iyi geçti bundan sonra da iyi geçmesini istiyoruz. Amacımız ya sendikayla içeri girmek ya da hakkımızı almak. Biz burada bir de polisin de devletin de patronun tarafında olduğunu gördük. Düşenin dostu yok biz burada bunu gördük.

Hasan Aslan: Çalışanlar için bu çok iyi bir kazanım oldu yani hak nasıl aranır bunu öğrendik.

İC: Eşleriniz, aileniz size direniş süresince destek verdi mi?

Saniye Öztekin: İlk başta destek vermediler ama orada da çabaladık ve onların da desteğini aldık. Evde de vurduk yumruğumuzu burada da vurduk.

İC: Farbrikaların olduğu bölgede çalışıyorsunuz, etraftan gelen tepkiler nasıl peki?

Gülfidan Yıldırım: Etrafta insanlar “Patron onlara her şeyi veriyor onlar bosuna bağırıyor.” diyor ne diyecek başka? Biz de bunları yaşamadan önce böyle şeyler gördüğümüzde boş işler deyip geçiyorduk, başımıza gelince anladık.

Saniye Öztekin: Ama bu süreci yaşamış olan işçiler çok daha iyi destek veriyorlar da bu süreci yaşamamış insanlar anlamıyorlar. Onların da desteği çok önemli, bizimle tecrübelerini paylaşıyorlar. Bizler bir çok şeyi onlardan öğrendik aslında.

İC: Umarız mücadelenizle birlikte örgütlü bir şekilde içeri dönersiniz. Ama diyelim ki işten tazminatınızı alıp çıkartıldınız ve başka bir fabrikaya girdiniz. Sizler artık bu deneyimi yaşamış işçilersiniz sizin için ne değişecek bundan sonra?

Hasan Aslan: Bu direnişin suyunu içtik ya artık rahat durmaz o su. Zaten bizim temennimiz sendikayla içeri girmek. Tazminatı alıp dışarı çıkmak benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Eğer sendikayla girersek bir kazanım olacak.

Saniye Öztekin: Tazminat almak bizim için ikinci planda olacak bir şey tabii ki.

Talepler (Tüm işçilerin sözleriyle):

Süreç boyunca işten çıkartılan işçilerin geri alınması.

Bu süreç içinde maaşlarda herhangi bir kesintinin olmaması.

Sendikayla anlaşılması ve sendikalı bir şekilde içeri girilmesi.

İC: Sizin derdinizi okuyan insanlara ne demek istersiniz? Özellikle neye ihtiyacınız var?

Herkesten maddi ve manevi destek istiyoruz öncelikle. Dayanışma kartlarımızı alarak bize destek destek olabilirler. Bir de 7 Ağustos Günü Pendik Kadın Dayanışma Derneği’nin de desteğiyle Serapool İşçileri adına bir gece olacak. Tüm kadınları bekliyoruz.

Yorumlar kapalıdır.