Suruç’tan sonra: Rejim nereye..!

Çok kısa bir süre önce bütün memleketi, “güvenli bölgenin” öyle Cerablus’ta falan değil, Ankara-Beştepe’de kurulması gerektiği, Türkiye ile Beştepe arasında bir “tampon bölge” kurulmasının şart olduğu konusunda uyarmıştık! Hatta çok daha önce RTE’nin başkanlığının bu ülkede bir nevi “iç savaş rejimi” anlamına geleceğini de söylemiştik. Beştepe’ye “güvenli bölge” kurulamadı; hem de AKP’nin tek başına iktidarı şansını kaybettiği, hükümetin “topal ördek” konumunda olduğu bir dönemde. Elbette bedeli ödenecekti, ödeniyor da…

Yine çok kısa bir süre önce, RTE’nin seçimleri engellemek için savaş çıkartmayı başaramadıysa da bu defa yeni bir seçimi zorlamak için aynı şeyi yapabileceğini belirtip bunun kimseyi şaşırtmayacağını da vurgulamıştık. Bütün bunları tahmin edebilmek için öyle üstün zekâya veya çok yüksek bir analiz gücüne sahip olmak gerekmiyor. Bu memleketi tarihi, coğrafyası, siyasetiyle biraz tanımak, nerede yaşadığımızın farkında olmak yeterli!

Ana eksen: Kürt meselesi

Bu ülkede özellikle de günümüzde güç kavgalarının, siyasi çatışmaların ve her türlü iktidar hesabının Kürt milli meselesi üzerinden yürüyeceğini görmek için dâhi olmaya gerek yok. Sadece geleneksel milli ortamımız değil, ortalama milli algımız da bunu gerektiriyor. Zaten Cumhurbaşkanı’nın da esas olarak “vasat”a hitap ettiği düşünüldüğünde kavgayı Kürt meselesi üzerinden başlatması kaçınılmazdı. Her ne kadar son günlerdeki bazı PKK eylemleri bahane edilse de RTE’nin kavgayı çok önce başlattığı, her adımda Kürtleri, PKK’yi çatışmaya zorladığı malûm. (Bunu daha evvelki “ateşkes” dönemlerinde de yapmıştı!) Niyetini seçimlerden dahi önceki bir zamanda “Kürt sorunu yoktur; ortada masa falan yoktur; Dolmabahçe Mutabakatı”nı da tanımıyorum!” lâflarıyla açığa vurmuş, PYD ve Rojava’yı kastederek sınırların güneyinde (Suriye’de) herhangi bir Kürt devletine izin verilmeyeceğini ilân etmişti. Ayrıca Rojava-Kobane konusundaki niyetleri ve “Düştüü düşüyor!” şeklindeki halisane duyguları cümlenin malûmuydu! Bu sözlerindeki “içtenliği” de bir dizi devlet provokasyonuyla kanıtlamaya çalışmıştı. Zaten “her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını” da açıkça söylüyordu. Amaç çatışmayı seçimlerden önce başlatıp pek iyi netice vermeyeceği belli olan seçimleri ertelemek, (veya etkilemek) daha sonra yapılacak bir seçime de “savaş şatlarında” girmek ve başkanlık yolunu milli hislerle sarmalanmış bir zor yoluyla açmaktı. Olmadı! Ancak bu onun savaşçı azmini kırmak bir yana daha da kamçıladı! Amaç da, yöntem de, yol da, yordam da yine aynı. Gerçi seçim sonuçları nedeniyle öncelikler arasına ne yapıp edip iktidardan kopmamak, uzak düşmemek de eklendi, ama en öncelikli hedef, başkanlık sisteminin (aslında rejiminin) bir defa daha zorlanması, en azından şimdi yaptığı gibi fiili başkanlığının güçlü biçimde devamı. Kullandığı yöntem, “dış görünümlü bir iç savaş” olarak tanımlanabilir. Bunun yolu, tıpkı seçimler öncesinde olduğu gibi bir dizi provokasyondan geçiyordu; öyle de oldu. Geçen sefer tutmayan kanlı oyun bu defa tutmuş gibi görünüyor. Bu nedenle Suruç olayının IŞİD’in bir intikam eylemiyle sınırlı olmayıp aynı zamanda nesnel sonuçları hesap edilerek, onunla rabıtalı bazı devlet güçleri tarafından teşvik edilmiş, en azından yol verilip göz yumulmuş bir eylem olması kesine yakın bir ihtimal.

Her durumda faydalı bir ilişki: IŞİD

Görüldüğü üzere bu defa savaşçı ve de iç savaşçı politikanın gerekçelerine bir yenisi, IŞİD eklendi. Suriye politikası bağlamında, bugüne kadarki devlet-IŞİD ilişkilerinin derinliği-sığlığı veya ilişkilerin niteliği, iniş çıkışları bir yana, her daim yararlılığı ortada! Daha önce özellikle Rojava Kürtlerine karşı mücadelede faydalanılan ve kimilerinin gözünde ABD ve Batı ile mesafeye yol açtığı için hükümete biraz da olsa “hoş bir antiemperyalist hava” katan görece dostane ilişkiler son günlerde askeri bir müdahaleye dönüştüğü için bu defa tersten de olsa yine fayda sağlamaya devam ediyor. Son günlerde hükümet, onca zamandır ABD’nin bütün baskılarına rağmen uzak durduğu “koalisyonun” silahlı-militan bir unsuruna dönüşmüş durumda. Hakkında milyonlarca endişe beslense de artık öyle “sistem dışılık” endişelerine en azından şimdilik gerek yok! Yani RTE’nin riyasetindeki devletimizin IŞİD’le yararlı ilişkisi, bazen sevişerek bazen de “dövüşerek” her halükârda devam ediyor. Üstelik bu biçimiyle daha da faydalı olacak gibi; en azından tekfirci örgütün hükümeti açıkça “kâfir” ilân edeceği güne kadar! IŞİD gerekçesi RTE’ye bir taşla birden fazla kuşu vurma imkânı sağlayacak gibi görünüyor. “Reis” ve hükümeti askeri koalisyona katılıp İncirlik ve diğer üsleri açarak Batı ve özellikle de ABD ile ilişkileri yeniden ısıtmanın hesabını yapıyor. Bu şimdilik ve şu şartlarda yanlış bir hesap sayılmaz. (En azından mevzu bir başka yerinden “pörtleyene” kadar!) Bir bölümü gizlenen anlaşma, hükümet ve efendisine, Suriye sınırındaki IŞİD’e yönelik olanın dışında pek çok başka “dış” ve de iç operasyon fırsatı veriyor. Sınır geçişinde ilk defa yolları kesildiği için epeyce şaşıran IŞİD’lilerin bir astsubayı öldürmeleriyle başlayan operasyonların, bir yandan yine ABD ile anlaşmanın kapsamı dahilinde Irak Kürdistanı’ndaki PKK alanlarına ve Kandil’e, öte yandan Türkiye’nin çeşitli vilayetlerine, IŞİD’in Şuruç’ta hedef aldığı kesimlere, Türkiye soluna ve elbette Gazi Mahallesi’ne kadar yayılması, hesabın şimdilik de olsa yanlış yapılmadığını gösteriyor.

Rojava-Kobane: İç politikanın devamı…

“Savaş” sözcüğü genelde “dışarısıyla” ilgili çağrışımlara yol açsa da, bir yandan dış politikanın aslında iç politikanın, yani dahili güç mücadelelerinin bir devamı olması, öte yandan “Suriye’nin bizim iç meselemiz” kabul edilmesi nedeniyle basbayağı bir “iç savaş” ortamına sokulmak istediğimiz ortada. Bunun pek çok sebebi var. Mesela Suriye ve diğer bölge ülkeleriyle olan kesintisiz “fay kırıklarımız” nedeniyle bölgedeki bir sorunun, yeterince belamızı aramamız halinde kısa bir sürede bir iç soruna dönüşeceğini bu memlekette aklı başında herkes bilir. Yani bazen sadece “jeopolitik” gibi görünenin aslında basbayağı “toplumsal” bir sorun olduğunun en iyi kanıtı bizim memlekettir! Bunu bazı ulusal solcular bilmese de bu devleti yönetenler bilir. O nedenle “Rojava-Kobane” falan diye konuşulduğunda kastedilen sadece sınır ötesi bir Kürt oluşumu veya “kırmızı çizgi” falan değil, doğrudan doğruya Türkiye’nin Kürtleri ve Kürt meselesidir. Rojava’nın tasfiyesi veya tampon bölge vb. numaralarla kıskaca alınması gerçekte “içerdeki” Kürtlerin, Kürt hareketinin ve müttefiklerinin üzerine çöküleceğine işarettir.

Ey şanlı ordu, iç düşmanlar, yeniden seçim ve başkanlık hamlesi…

Her türden Türk milliyetçiliğinin Kürt alerjisine, alerji ne kelime, aleni Kürt düşmanlığına oynayan RTE, buna şimdi IŞİD tehlikesi gerekçesini de ekleyerek başta TSK olmak üzere laik/dindar bütün kesimleri arkasına takma peşindedir. Sözüm ona “dışarıdaki” bir savaş-çatışma bahanesiyle sonuna kadar kullanacağı hamasi dilin kapsamına çok ama çok kısa bir zaman içinde “iç düşmanlar” da girecektir. Kürtler ve IŞİD iyi bir “sefer” bahanesidir, ancak bu seferin asıl olarak içeriyi hedeflediği; asıl amacın RTE’nin ikinci defa girişeceği “başkanlık” hamlesine güç vermek olduğu açıktır. Bunun ilk akla gelen yolu yeniden seçimdir. Aslında en azından şimdilik erken ve yeniden bir seçime yüklenilecek, bu nedenle koalisyon hükümeti ihtimallerini geçersiz kılacak yasal ve yasadışı bütün yollar denenecektir. Böyle bir hükümetin kazara kurulması halinde bile yürümeyeceğinin kanıtlanması için her şey yapılacaktır. Son birkaç günde yaşananlar göz önüne alındığında bir AKP-CHP koalisyonu kurulma ihtimalinin sıfıra yakın olduğundan ve yeniden bir seçimin kaçınılmazlığından söz edebiliriz.

Ancak böyle bir seçimden önce yapılması gerekenler vardır. Ülkenin sadece koalisyonlarla değil “başkansız” da yönetilemeyeceğini kanıtlama peşindeki güç, aynı zamanda tek başına iktidarı garantileyecek bir seçim zaferi için, kaybedilen oyların yeniden kazanılmasının da peşindedir. Kürt meselesi üzerinden yürütülecek, “terörle mücadele” kisvesi altındaki bir devlet terörünün başlıca amaçlarından biri MHP’ye giden milliyetçi oylarla, HDP’ye giden Kürt oylarının geri döndürülmesidir. Tek başına bir AKP iktidarını engellediği için, Cumhurbaşkanı’nı Kürtleri neredeyse tümden gözden çıkaracak kadar öfkelendiren seçim zaferi nedeniyle HDP başlıca hedeftir. Bu nedenle ilk seçimde barajın altına itilmesi, bu amaçla “kriminalize” edilmesi ve Kürt hareketinin kendi kabuğuna çekilmesi sağlanmalıdır. Asıl terör devletten gelse de “terör” mevzuu, bu partiyle yakınlaşan Kürt olmayan diğer güçleri ondan uzaklaştırmak, Türkiye’de, hatta dışarıda yarattığı kitlesel sempati ve desteği ortadan kaldırmak için kullanılacaktır. Önce seçim kazanılmalı, böylece 13 yıllık iktidarın yarattığı, her bir tarafı aleyhte delillerle dolu “suç mahalli” başıboş bırakılmamalıdır. Gerçek politik hedef, mümkünse bir anayasal başkanlık rejimi, olmazsa bütün yasadışı uygulamalarıyla birlikte fiili bir başkanlıktır. Anketlere göre anlamlı bir değişikliğe yol açmayacağı görünen yeniden seçimin, milliyetçi bir histerinin eşliğinde yürütülen bir savaş ve terör politikasıyla “anlamlı” bir sonuç vermesi hedeflenmektedir. Velhasıl, son yaşananlar, iç ve dış hazırlıklarıyla, son birkaç günün olaylarının bir neticesi değil, temelleri daha önce atılmaya başlanan bir başkanlık iktidarı planının ürünüdür.

Sonuç: Evdeki hesap!

Tabii, bir de evdeki hesap çarşıya uyar mı sorunu vardır. Bugün başarı sağladığı zannedilen bütün plan, manevra, tezgâh, provokasyon ve fırıldakların yarın dönüp RTE’yi vurması kuvvetle muhtemeldir. Mesela Kürt hareketine karşı başlatılacak bir savaşın, günümüz şartlarında yaratacağı sonuçların hiç de RTE ve hükümetinin hayrına olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı şekilde, bir “iç savaş rejiminin” muhaliflere vereceği zarar ne olursa olsun her şeyden önce rejimin ve onun siyasi temsilcilerinin altını oyacağı kesindir. Üstelik, Kürt siyasi hareketi ve kaçınılmaz olarak Kürt halkıyla girişilecek bir savaşa, başta iç ve dış IŞİD unsurları olmak üzere, Türkiye Hizbullahı ve bilinen bilinmeyen bütün selefi vb. güçlerin katılacağını; bunların kimi güçlerle ittifak yapsalar da sonuçta her zaman olduğu gibi kendi hesaplarına alan kazanacağını öngörebiliriz.

RTE’nin, “milli birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyulan” bir savaş ortamında, daha sadık bir biçimde peşine takacağını umduğu, “İç Güvenlik” ve benzeri yasalarla güçlendirilen güvenlik bürokrasisinin, bu şartlarda yeniden özerkleşmesi kaçınılmazdır. Öncelikle TSK, var olan durumdan istifadeyle eski politik gücünü yeniden ele geçirmeye çalışacaktır. Bir “kardeş kavgasının uçurumun eşiğine getirdiği” bizim gibi memleketlerde ordunun toplumun çok geniş kesimleri tarafından bir kurtarıcı olarak karşılanması bilinmedik bir durum değildir! İç ve dış şartlar 2007’den farklıdır. Emperyalizm ve burjuvazi, elbette “bir an önce demokrasiye dönülmesi ve serbest seçimlerin en kısa zamanda yapılması” kaydıyla dün destek vermediğine bugün destek verebilir. RTE’nin giriştiği “Bonapartizm” denemesinin, bu memleketin gerçek Bonapartist güçlerinin iktidarına yol açma ihtimali çok yüksektir; elbette, zamanı geldiğinde, son birkaç yıldır ara vermiş gibi görünen klasik yarı Bonapartist hayatımıza dönmek üzere…

Yorumlar kapalıdır.