Darbe öldü, yaşasın darbe!

Bir ülke düşünün ki yapılmak istenen askeri darbeyi bir şekilde püskürttükten sonra ardından gelen süreçte geçmiş darbe dönemlerinin bilançosuyla yarışan bir politik atmosfere girmiş olsun. Normal şartlar altında asker postalları bertaraf edildiğinde daha demokratik, iç barışın sağlandığı, toplumdaki gerilimlerin yumuşadığı yeni bir döneme girilmesi beklenir. Türkiye’de ise darbelerden darbe beğen dönemindeyiz. 15 Temmuz başarılı olsaydı gerçekleşecek olan birçok şeyi bugün toplumsal muhalefetin bir kesimi bizzat yaşıyor.

15 Temmuz’un hemen ardından getirilen ve uzatılan olağanüstü hal (OHAL) uygulaması sırasında çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle(KHK) on binlerce açığa alma, gözaltı ve tutuklama, yüzlerce şirket, dernek ve Sivil Toplum Kuruluşu’nun(STK) kapatılması gibi bir görüntüyle karşı karşıyayız. Ülkede tam bir enkaz görüntüsü var.

KHK’larla yönetilmenin Türkçesi şu: Meclis kullanım dışı. 15 Temmuz’da bombalanan meclise atılan bir nevi sivil bomba. Parlamentodaki üçüncü büyük partinin eş genel başkanları tutuklu, partiye ait belediyeler merkezden atanan kayyumlar ile yönetiliyor. Darbenin örgütleyicisi olduğu söylenen Fetullahçı terör örgütü (FETÖ) ile hiçbir bağı olmayan demokratik dernek ve sivil toplum kuruluşları gece yarısı çıkartılan bir KHK ile kapatılıyor. “Örgüt üyeliği olmasa da olma ihtimaline karşı” gibi yasadışı gerekçelerle gazeteciler tutuklanıyor. Her şeyden öte Atilla Taş tutuklu bu ülkede ve avukatıyla görüştürülmüyor.

Ağır Bilanço

10 Kasım verileriyle 15 Temmuz sonrası 36 bin tutuklu 120 bin gözaltı, 4 bin 115 yakalama kararı var. Daha da arkası gelecek ki tam174 adet yeni cezaevi yapılması planlanıyor. Mevcut durumda ülkedeki tüm cezaevleri dolu kapasitesinin çok üstünde insan barındırıyor. 70 bine yakın kamu görevlisi ihraç edildi. 984 özel okul, 15 üniversite, 1225 dernek, 104 vakıf, 35 hastane kapatıldı.

Eğitim-Sen üyesi 9 bin 483 öğretmenin açığa alındı. FETÖ ile bağlantısı olduğu öne sürülen 28 bin 163 öğretmen ihraç edildi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin verilerine göre 100’den fazla gazeteci tutuklandı, 2 bin 500 gazeteci işsiz kaldı. 115 gazetecinin sürekli basın kartı, 660 gazetecinin sarı basın kartı iptal edildi. 45 gazete, 15 dergi, 18 televizyon kanalı, 23 radyo, 29 yayınevi ve üç haber ajansı kapatıldı.

Son olarak iç işleri bakanlığının aldığı kararla “ülkenin güvenlik, asayiş ve kamu düzenini” koruma gerekçesiyle tam 370 derneğin faaliyetinin durdurulduğu açıklandı. 12 Kasım itibariyle bu derneklerin 69’u mühürlendi. Demokrat Parti genel başkanıyken AKP’yi bitireceğini söyleyen şimdinin içişleri bakanı Süleyman Soylu, ülkeyi OHAL kapsamında Anayasayı çiğneyerek yönetmenin verdiği cesaretle olsa gerek, sokak ağzıyla şunları söyledi: “Bağırıyorlar, çağırıyorlar. 370 dernek kapattık. Neden? Oralarda konaklayacaklar, pinekleyecekler, terör örgütüne destek sağlayacaklar, biz de onları meşru bir organ olarak göreceğiz. Vurduk kilidi, gitti. Hadi bakalım açın da görelim”

“Seçilmişleri atanmışlara yedirmem” diyenler ülkeyi kayyum devletine çevirdi. Halkın iradesiyle seçilmiş 30 belediyeye ve Türkiye genelinde yüzden fazla şirkete kayyum atandı. Dedik ya tam bir enkaz ülkesi.

 Sürdürülemez fiili durum

Meclis hatta Anayasa olmadan yönetilen, aynı zamanda Avrupa Birliği (AB)’ne girmek isteyen bir NATO ülkesi; Türkiye. O kadar çok çelişki var ki… Kim olduğu belli olmayan “ülkeyi kıskanan ve yok etmek isteyen dış mihrakları” ağzından düşürmeyen bir cumhurbaşkanı Trump’a seçildiği ilk gün tebrik telefonu edip, onu ilk ziyaret için Türkiye’ye davet edebiliyor. NATO ile hiçbir sorun yok. ABD genelkurmay başkanı iki haftada bir Türkiye’ye girip çıkıyor.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’a “Sen kimsin ya terbiyesiz?” diyerek çıkış yapan Cumhurbaşkanı, hala açık olan İncirlik Üssü’nde cirit atan Alman askerlerini görmezden gelerek Almanya ile en büyük ticari ortak olmayı sürdürüyor.

İdam isteyen saray, ülkede hala AB bakanlığı bulunduruyor. Tüm bunları yaparken her an kayyum tehlikesi bulunan ülkedeki sermayeyi korkutmaması gerekiyor. Ama doların 3.30tl olmasını merkezin müdahalesi olsa bile engelleyemiyor.

Ülkenin içinde bulunduğu bu yeniden yapılanmanın sürdürülebilir olmadığı çok açık. Ülkedeki tüm devlet mekanizmasının araçları ve örgütlü kolluk gücünün tamamı bu yeniden yapılanma için seferber edilmişken tüm muhalefeti kokteyl bir terör çorbası içinde eritip pasifize etme hedefiyle hareket ederek, fiili durumu yeni anayasayla taçlandırma derdindeler.

Rejim, radikal bir muhalefetin olmadığı ortamda anayasal temelli tam bonapartist bir iç savaş rejimine doğru ilerlerken, içte ve dışta önüne çıkan tüm çelişkileri çözemeden bünyesine katarak ilerliyor. Maceracı dış politikanın yanında maceracı iç politika, içindeki tüm çelişkilerle düşünüldüğünde patlamaya hazır bir bomba aslında.

Bugüne kadar hiçbir politik ve iktisadi sorunu çözemedikleri gibi,  yeni anayasa geldiğinde de hiçbir şey çözülmeyecek. Çözmeye çalıştıkça yeni problemler yeni çelişkiler ortaya çıkacak.

Evet, bu ülkede rejim ve devlet mekanizması tüm işçi ve emekçilerin katıldığı demokratik ve kurucu bir anayasayla yeniden yapılandırılmalıdır. Tüm işçi düşmanı ve anti demokratik uygulamaları, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının önündeki tüm engelleri kaldıracak bir işçi-emekçi hükümetinden başka bir seçenek yok. Bu hedef doğrultusunda radikal ve birleşik bir muhalefet hattının örülmesi bir aciliyettir. Aksi takdirde gelecek karanlık. Toplumlar böyle durumlarda stabil kalamazlar öyle ki içindeki tüm çelişkilerle birlikte kendi üzerlerine çökerek bir barbarlık girdabına girerler. Buna izin vermemek için alternatif olduğumuzu ve yapabileceğimizi göstermek zorundayız. Bu bir seçenek değil zorunluluk.

 

Yorumlar kapalıdır.