Barış Bloku, imkanlar ve sınırlılıklar

Suriye’ye yönelik bir müdahale ihtimaline karşılık HDP’nin öncülüğünde, başlangıçta CHP’li kimi vekillerin de varlığı ile emek güçleri, sosyalist organizasyonlar ve de sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımı ile birlikte Barış Bloku ilan edilmişti. Erdoğan’ın bir iç politika uzantısı olarak sarf ettiği Suriye müdahalesi hayata geçmedi. Silvan katliamından sonra ise Blok’un barış hedefi sınır ötesine değil, sınır içerisine çekildi.

Çatışma sürecinin sonlanması ve de Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı dahil olmak üzere tüm demokratik haklarının tanınması için böylesi kapsayıcılıkta bir birleşik mücadeleye elbette ki çok ihtiyacımız var. Böylesi işbirliklerinin kitlelerin mücadelesinin önünü açıcı niteliğini her daim akılda tutmamız gerekmektedir. İşte bu sebeplerle İDP olarak biz de Barış Bloku’nun bileşenlerinden biriyiz.

Blokun sınırlılıklarından bahsetmeden önce Blok’a yönelik eleştirilerden birini anımsamakta fayda olabilir. Tarihte öyle figürler vardır ki, bazen takınılan tavrın doğruluğa yakınlık değerlendirmesi bu gibi figürlerle ne kadar uzakta kalındığı ile de anlaşılır. Ulusalcıların bu süreçte takındığı tavır, eksikliklerinden önce Blok’un taşıdığı değerin altını çizme zorunluluğunu bir kez daha gösteriyor. Bu konuda olumsuz pek çok örnek mevcut olsa da sanıyorum birinciliği Aydınlık gazetesinin 9 Ağustos tarihli haberi üstlenebilir. Aydınlık 2000 yılında yaptığı bir haberi anımsatarak Barış Bloku karşısındaki tavrını derhal ortaya koyuyor: “PKK’yi yasallaştırma ihalesini CHP kazandı” Rejim ile kaynaşmasını olabilecek en üst düzeye taşımış olan Aydınlık çevresi, Barış Bloku’nun CHP’den sınırlı dahi olsa aldığı desteği kesmek için saldırısına başlamış bulunuyor. Aydınlığın bu saldırısı, Barış Bloku gibi geniş eylem birliklerinin rejim yanlılarına nasıl da panik yaşattığını göstererek, değerini vurguluyor.

Barış süreci

Sırrı Süreyya Önder, bundan yaklaşık bir yıl önce, “Ne iyi bir savaş vardır ne de kötü bir barış” başlıklı bir yazısıyla barış sürecinin önemini kendi cephesinden özetlemekteydi. Bu yazı yazıldığında HDP’nin seçimlere parti olarak gireceği henüz açıklanmamıştı. Önder, yazısında Barış sürecini tehlikeye sokabilecek darbe mekanizmalarından bahsetmekteydi. Hatta bu mekanizmaların bizzat Davutoğlu’na karşı da işleyebileceğini ve barış sürecini esas tehlikeye sokabilecek ihtimalin bu olduğunu işaret ediyordu. 4 Ekim 2014 tarihli yazı bugün okunduğunda “süreç”in güç ve güçsüzlükleri daha iyi anlaşılabiliyor. Barış Bloku’na ilişkin ise tehlikeleri kavrayabilmemizi sağlıyor. Önder Barış’ın darbe mekanizması ile tehdit edildiğini söylerken Davutoğlu’nun pozisyonunu ılımlılardan yana koyuyordu! Aynı dönemde Önder bir televizyon programında: “Devlet tamamen ikiye ayrılmış vaziyette; bir yanda süreçten yana olanlar bir yanda buna karşı darbe yapmak isteyenler var” diyerek AKP içerisindeki uzlaşılabilir kanatlardan bahsetmekteydi. Darbe mekanizması henüz işlemedi, ancak bizzat uzlaşılabileceği düşünülen AKP yöneticilerinin emri ile, Dolmabahçe yalanlandı ve çatışmalar başladı.

Süreç deneyimi uzlaşılabilir bir barışın olmadığını, ne olursa olsun bir barışın elde edilemeyeceğini ve son derecede kötü barışların da var olabileceğini bizlere gösterdi. Bu durumda Barış Bloku’nun şu andaki şiarı sosyal medyada ifade edildiği gibi “barış yahu, barış!” değil, güvenilir ve kalıcı bir barış olmalıdır!

Blok deneyimleri

Blok’un esas zayıflığı güvenilir ve kalıcı bir barış için doğru muhatapları belirleyip rejimde köklü bir değişikliği hedeflememesidir. Şu an için Erdoğan’ın uzlaşmaz çizgisi “ne olursa olsun barış”ı boşa çıkarsa da, en genel hattı ile mücadele halen bu geniş ve heterojen satıhta sürdürülmektedir.

Rejim içi bir barışın olanaksızlığına rağmen bunda ısrarcı olmak Blokun bir zayıflığı iken diğer zayıflığı da Blok’un tamamen HDP’nin etrafında kurulmuş olmasıdır. Daha öncesinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan HDP’ye ulaşan deneyim bugün Barış Bloku vasıtası ile tüm barış ve demokrasi mücadelesini HDP’nin periferisine yerleştirme çabasındadır. Elbette ki hükümetin tüm baskılarına karşı HDP’nin yanında olmayı görev biliriz. Ancak özellikle Türkiye işçi sınıfının böylesi bir cendereye sıkıştırılması bizler için bir sınırlılıktır.

Şu koşullar altında mücadelenin HDP’nin kendi varlığı ve fikri etrafında sınırlanmasının bir başka handikapı daha bulunuyor. HDP’nin kendisi dahi bugün aslında neyi savunduğunu somut olarak ortaya koyamamaktadır. Her şeye rağmen barış, ama nasıl? HDP’nin resmi görüşü şu kritik pozisyonda nasıl ifade edilmektedir? Bugüne değin radikal demokrasi içeriğinde bir sosyalizm kavrayışı olan HDP’nin hangi adımı radikal demokrasi ile ilişkilidir?

HDP’nin radikal demokrasi vb tezlerinin uygulanabilirliğinin olmadığı bu kritik anlarda net olarak ortaya çıkmıştır. HDP’nin temel mücadelesi şu an için tarifi yapılmamış bir barış savunuculuğudur. Tüm toplumsal mücadelelerin özellikle de sınıf mücadelesinin Barış Bloku vasıtası ile HDP’ye kanalize olması ise, bu bağlamda iki kere tehlikelidir.

Peki ya sınıf?

Barış Bloku etrafında emek örgütlerinin bulunması ya da kendi forumlarını düzenlemeleri Blok’un fiili olarak tüm mücadeleleri HDP’nin periferisine oturttuğu gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü sınıf örgütleri ve kurumlar kendi programları çerçevesinde bir barış planının yapılması için ağırlık koyabilecek bir pozisyonda bulunamıyorlar.

Sırrı Süreyya Önder’in geçmiş yazılarından referans verdiğimiz üzere, HDP’nin bugüne değin barışa dair umudu, devlet içerisindeki görüşülebilir kimselerle anlaşmaya varıp çatışmazlığı daim kılmak, somut bir barışa varmaktı. Ancak güvenilen devlet adamlarının silahları yeniden kullanmaya başlamaları HDP’nin ifade ettiği barış görüşmelerinin olanaksızlığını ortaya koymuş oldu. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, o gün de bugün de devlet Kürt sorununa daima rejimin çeperleri ve ihtiyaçları içerisinde yaklaşmaktaydı. Bu durumda çözüm kişilerin güvenilirliğine ve destekçilerin kalabalığına dayanamazdı! Şimdi de durum tam olarak budur. Çatışma sürecini sürekli kılıp intihar edebileceği gibi, sürecin kontrolünü yitirebileceğini bilen hükümet bu konuda açık kapılar bırakma eğilimi de taşıyabilir. Ancak bu durum bizleri, akıllanan kimseler yahut yeni insanlarla diyaloğun mümkün olduğunu hayaline kaptırmamalıdır. HDP’nin “süreç”i ölümlerin kaldığı yerden devam etmesini engelleyememiştir. Bugüne değin sürdürülen biçimiyle barış politikası yanlış bir politikadır. Devletin tavrı AKP ile birlikte de değişmemiştir. Güvenilmezdir, kalıcı değildir. Rejimin en iyi koşullarda sunabileceği çözüm, seferber olan kilelere kısmi haklar tanıyarak liderliğini parçalamak ve baskı araçlarını önderliksiz kalan, parçalanan kitlelerin yanı başında tutmaktır.

Bu halde kalıcı ve güvenilir bir barışın tesisi için mevcut anti demokratik yasaların tümünün değişmesini sağlayacak bir adımın atılmasından yana olmak gerekir. Bunun için de seçim barajının kaldırılması ile kaderini tayin hakkı dahil tüm demokratik hakları garantileyen bir anayasayı hazırlamak üzere bir kurucu meclisin toplanması için ortak bir mücadeleye girişmek hepimizin çıkarına olacaktır. Kürt kitleleri açısından da ortak bir işçi emekçi hükümetinin kurulması ihtimali, güvenilir barışı hayata geçirmenin dinamiğini taşıyacaktır.

Yorumlar kapalıdır.