7 Haziran’dan 1 Kasım’a 700 ölü! 1 Kasım: Korku ve umutsuzluğun zaferi!

AKP’nin 1 Kasım “zaferi”; yalan, ölüm ve gözyaşı üzerine yükseldi. Her aşamada tehdit, baskı, korkutma ve çaresiz bırakma mekanizmaları işletildi. Ellerini bağlayıp dövdüğü kişiye “ama teke tek dövüştük” demek ne ise 1 Kasım’ın eşit ve adil şartlarda gerçekleştiğini söylemek de odur. Bu arsız ve pişkin adalet ve eşitlik anlayışının “demokrasi” olarak kabul görmesi mümkün değildir. 7 Haziran’ı “milli irade” saymayıp, “olmadı, tekrar” diyen zihniyetin şimdi, 1 Kasım’ı herkesin kabul etmesini beklemesi, demokrasinin değil antidemokratik tablonun bir yansımasıdır. Herkes biliyor ki, AKP tek başına iktidar olana dek seçimler -bir şekilde- “tekrar” etmeye devam edecekti ya da “başka” mekanizmalar devreye girecekti. Tam da bu nedenle RTE, gelecekte 7 Haziran benzeri bir sonuçla karşılaşmamak için mutlak şekilde başkanlık sistemini egemen kılmaya çalışacaktır. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a yaşananlar, başkanlık sistemi tesis edilene dek yaşanacakların da bir özeti olarak görülmelidir.

İnsanlar kararlarını boşlukta vermezler. “Beyaz Toros” söylemlerinin, “90’lara ne kelime 70’lere bile geri döneriz” korkutmacalarının, patlayan bombaların seçim sonuçlarıyla doğrudan ve belirleyici ilişkisi açıktır. 7 Haziran 1 Kasım arası yüzlerce insan hayatını kaybetti. Onlarca çocuk öldü. İnsanlar Suruç’un ardından başkentin göbeğinde de ancak DNA testiyle kimlikleri tespit edilecek şekilde parçalanarak öldürüldü. Bu çerçevede seçimlerde insanların kararlarına umut değil umutsuzluk yön verdi. 1 Kasım korku ve umutsuzluğun zaferidir.

Buna rağmen IŞİD ile arasına 360 derece fark koyan, parçalanmış canlı bombayı “zanlılar yakalandı” diye sunan bir “Başbakan” ile yüzde 49’a ulaşıldığına inanmak isteyenler yine de olabilir. Ya da 13 yıllık iktidarı boyunca taşeronu, egemen çalışma biçimi haline getiren, işçi-emekli maaşlarını eriten AKP değilmiş gibi, “taşerona kadro, asgari ücrete zam, emekliye 100 lira takviye” vaatlerinin seçim sonucunu belirlediğini düşünenler olabilir. Ya da olmayan-olmayacak “istikrar” üzerinden seçim sonucunu açıklamaya çalışanlar olabilir. Bunların tümü sadece gerçek sebepleri örtmek, görünmez kılmak için devreye sokulmuş görüşlerdir.

Örneğin, istikrar! Ekonomik mucizeden bahsedilen AKP’li yılların büyüme oranlarıyla, sürekli lanetlenen bol koalisyonlu 1980-1999 dönemi büyüme oranları, hemen hemen aynıdır; 1962-1979 dönemi büyüme oranları, AKP’li “altın” yılların büyüme oranlarının da üzerindedir. Hiçbir şekilde istihdam sağlamayan AKP’li “hormonlu büyüme” dönemi, aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en büyük borç ve cari açık tablosunu da üretmiş durumdadır. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları (3Y) ortadan kaldırma vaadiyle 2002’de iktidar olan AKP 13 yılda 3Y’ye zirve yaptırmıştır. Tek başına Soma, AKP’nin işçi-emekçiye bakışını gösterir. Tek başına Berkin Elvan, AKP’nin ideolojik-politik dünyasını izah eder. Cemile’nin üç gün dondurucuda bekletilen cansız bedeni tek başına AKP’nin Kürt sorununun çözümünden ne anladığını ifade eder. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a yaşananlar AKP’nin bu memleketin başına gelmiş ne büyük bir felaket olduğunu ortaya koyar.

Pekiyi, öyleyse %49 ne anlama geliyor? Marx, “İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” der ve maddi hayatın çelişkilerine, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmaya odaklanmak gerektiği söyler. Türkiye’de 1980 askeri darbesi ve o yolla devreye sokulan 35 yıllık neoliberal karşıdevrim ve onunla iç içe geçip 30 yıldır Kürtlerle sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş” süreçlerinin oluşturduğu tarihsel-toplumsal kompozisyon ve 2008’de patlayan dünya ekonomik kriziyle, 2011’de patlayan Arap devrimleri süreci bu açıdan 1 Kasım sonuçlarını anlamamızın da anahtarını sunuyor. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a yaşananlar bu tarihsel-toplumsal-politik zemin üzerinde yaşandı ve AKP için bir sonuç üretti. Ama unutmayalım; Gezi, Kobane, metal grevleri, 7 Haziran seçim sonuçlarını da üreten, üretebilen bir zeminden bahsediyoruz. Bu nedenle eğer seçim sonuçlarının sınıflar mücadelesinin durumunun nihai bir özeti olduğunu sanırsak yanılırız. Marx’ın ifadesiyle; “…insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” Maddi koşullar uygun ama değiştirmezsen değişmez. Ve evet, son sözü hep mücadele edenler söyler.

Yorumlar kapalıdır.